Erkenden uyuyup uyananlar, geceyarısı olmadan zihni berraklaşmayanlar… Sabahın ilk ışıkları bu iki tarafın bir türlü buluşamadığı masalsı bir zaman dilimi adeta. Çalışma hayatı ve yaşamı sağlıklı bir şekilde devam ettirmenin ilk şartı uyku, birbirine zaman zaman uymuyor, gececiler tembel, erkenciler üretken kabul ediliyor. Peki öyle mi? İki kutbun geceye ve sabaha atfettikleri hepimize ilham verebilir…
Kendimi bildim bileli, gece saatlerini daha çok severim. Çocukluğumda, annemle babam, sohbet etmek için bizim uyumamızı beklerlerdi. Biraz büyüdüğümde, saat 01.00’e doğru yaklaşırken sohbetlerinin tam kıvama geldiği anlarda soluğu salonda, yanlarında alırdım. Sabah 9 toplantılarında beynimde hep bir sis vardır. Erken uyanıp evden çıkmam gerekiyorsa, kesin bir şeyleri unuturum.
Evet, ben bir gececiyim. Erkencilere hep imrendim ancak hiçbir zaman aralarında olamayacağımı biliyorum.
Kutuplaşma bu kadar ana akımlaşmadan önce bile insanların birbirinden ayrıldığı bir konu vardı: Uyku… Geceleri daha geç uyuyan ve sabahları zor kendine gelenler ile erkenden uykusu gelen ve sabah herkesten önce kalkanlar. Denizin çarşaf gibi olduğu sabah vakitlerine hiç yetişemeyen gececiler ve gece ateşlenen gündemleri hep kaçıran erkenciler… Üstelik bu durum, kışı ya da yazı sevmek gibi sonradan karar değiştirilen değil, genelde insanların kendilerini bildi bileli öyle oldukları ve karanlık taraftan aydınlık tarafa ya da tam tersi yöne geçmenin epeyce zor olduğu bir ayrım. Çünkü uyku alışkanlıklarımız genetik yapımıza kazılı.
Bu gönderiyi Instagram’da gör
Sanayi devrimiyle iş değişiyor
Sanayi devrimiyle birlikte 9’dan 5’e çalışma modelinin sosyal norm olmasıyla, sistemli bir uyku dikte ediliyor. Halbuki, 1900’lerde ampul keşfedilene kadar, insanlar iki uykuya yatıyor, günlük yaşamları buna göre şekilleniyordu. Evrimsel olarak bir kısmımız gece uyumamaya, bir kısmımız uyumaya endeksli. Bunun kabile yaşamından kalan bir durum olduğu düşünülüyor. Tehlikelere karşı tetikte olmak için muhtemelen nöbetleşe uyuyan ilkel atalarımız, bizim bugünkü uyku alışkanlıklarımızı da biçimlendirdi. Bu teoriyi doğrulamak için 2017’de Tanzanya’nın kuzeyinde 33 kişilik bir avcı toplayıcı grubu gözlemleyen bir araştırmaya göre, tüm grubun aynı anda uyuduğu toplam süre 18 dakika olmuş. Yani insanların tamamının aynı anda uyuyup aynı anda kalktığı bir sistem, sadece sanayi devrimi sonrası kapitalizmin kurabileceği bir hayal ya da ideal sistem.
Tam da burada iki ince çizginin arasında kalıyoruz: Sağlık ve sosyal yaşam. Bir yanda, insan için en sağlıklısı olduğu kabul edilen akşam vakitlerinde uyumak ve vakitlice kalkmak bir yanda da bunu bir tür baskı olarak görmeyi de düşündüren genetik yapımız. Sirkadiyen ritm üzerine çalışan biyolog Till Roenneberg, “Sosyal jetlag” kavramının da mucidi. Eskisine nazaran daha fazla doğal olmayan ışıkla hemhal olan bedenlerimizin, geç yatsalar da alarmla uyandıkları için, sürekli bir “jetlag”e maruz kaldığımızı söylüyor. İdeal toplumda hiç alarm kullanılmaması gerektiğini ve esnek çalışma saatlerinin verimi de arttıracağını ileri sürüyor. Bunun için herkesin istediği saatte uyuyup uyandığı bir çalışma düzeninin denenmesi gerekiyor ve bu maalesef şimdilik pek de olası görünmüyor. Zira “esnek” çalışma saatleri çoğu insan için daha fazla çalışmaya dönüştü ve sabah erkenden başlayan mesai saatleri hâlâ makbul ve geçerli olan.
‘Toplumun iş planlaması böyle’
Nitekim, Neo Skola’da Uyku: Sağlıklı Yaşamın Anahtarı eğitimini veren Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Pınar Yalınay Dikmen, uyku kronotiplerini anlattığı bölümde, modern dünyada baykuşlar hafta içi saatlerinde kronik olarak az uyudukları için gün içinde yorgun, moralleri biraz daha bozuk hissedebileceklerini ve enerjilerinin daha düşük olabileceğini anlatıyor ve “Toplumun iş planlaması ne yazık ki baykuşları cezalandıracak şekilde planlanmıştır” diyor.
İnsanlar uyuma alışkanlıklarına göre temelde üçe ayrılıyor. Çoğunluk, 22.00-00.00 saatleri arasında uyuyan sabah da gündoğumundan bir iki saat sonra kalkan normal uyuyanlardan oluşuyor. Geri kalanlar ise erkenden uyuyan, erkenden kalkan Tavuk tipi ve gece 00.00’dan sonra yaratıcı hisseden ve geç saate kadar uyuyan Baykuş tipi insanlar.
Şunu kesin olarak biliyoruz: Az uyumak, yetersiz uyumak modumuzu, enerjimizi düşürüyor, bizi huysuzlaştırıyor ve genel olarak yorgun hissetmemize neden oluyor. Prof. Dr. Dikmen, bu yaygın mesai saatlerinin gece az uyuyanların da aynı saatlerde güne başlamasını zorunlu kıldığı için, bütün haftayı uyku borcuyla geçirmelerine ve kronik olarak yorgunluktan mustarip olmalarına neden olduğunu söylüyor ve üstüne üstlük, yakınları ve genel olarak çevreleri tarafından tembel olarak yaftalandıklarını da ekliyor. Ne kadar haklı olduğuna siz de şahit olmuşsunuzdur. Neredeyse tüm kültürlerde erken uyanmak, verimlilikle bağdaşıyor, “Erkenci kuş solucanı kapar, erken kalkan yol alır” gibi deyimlerden de bileceğimiz üzere, geç uyananlar, baştan tembel sayılıyor. Halbuki, herkes güne 9 civarı başlamak zorunda olmasa, onlar da pekâlâ üretkenlikleriyle nam salabilirlerdi. Aslında zaten üretkenler. Sadece üretken oldukları saatler, toplumun geneliyle aynı değil. Erkenciler de aynı şekilde, onlar da insanların uyanmadan önceki sükuneti seviyor.
Gececiler ve Erkenciler: Aslında yakınlar
Aslında, gececiler ve erkenciler birbirlerine tahmin etmedikleri kadar yakın bir yerde duruyorlar. Akrep ile yelkovanın birbirinin hemen ardındaki konumlarındalar ama birbirlerine hiç yetişemiyorlar. Bir kısmı sabahın ilk ışıklarında yataklarına giderken, diğerleri yataklarından çıkıyor.
Tanıdığım gececi ve erkencilere benzer sorular sordum.
Erkenci/gececi olmayı, neden ya da nasıl seçtiniz? Seçtiniz mi? Hep böyle miydiniz, değişti mi?
En sevdiğiniz, en size göre en işlevsel hayatı kolaylaştırıcı yanı ne? Ve tam tersi, kötü bir tarafı var mı size göre?
Uykuyla genel olarak aranız nasıl?
Cevapları bence herkes için diğer tarafa dair (varsa) önyargılarını kıracak güçte.
‘Gece konsantrasyonum en üst seviyeye çıkıyor’
Muhsin Akgün, Fotoğrafçı
“Gececi baykuş” olmak bilinçli bir tercih değildi. İlkokulda sabahçıyken de hep öğlenci olmayı istiyordum. Tabii şunun da etkisi olabilir: Çocukken sabah kalktığımızda ev hep soğuk olur ve sobanın yanması gerekirdi, yataktan çıkmak istemezdim… Ama tüm iş hayatımı bilinçli ya da bilinçsiz, buna göre şekillendirdim.
Gece çalışmak konsantrasyonumu en üst seviyeye çıkarıyor. Gündüz sokak sesleri, telefon, mail trafiği gibi nedenlerden dolayı sürekli bölünüyorum. Geceleri böyle bir durum yok. Bir yandan da gece çalışmanın üretkenliğimi de arttırdığını düşünüyorum. Hiç bölünmeden saatlerce yeni teknikler deneyebiliyorum masa başında… Tek kötü tarafı iş yaptığımız tarafların güne sabah 09.00’da başlaması. Bazen onlara geç cevap yazmak durumunda kalabiliyorum.
Uykuyla ilişki durumum karışık. Tıpkı yemekle olan ilişkim gibi… İhtiyaçtan dolayı uyurum. Tabii, bazen iş yetiştirirken 48 saat ayakta kalmam gerekebiliyor, o günlerin devamında 24 saat uyuduğum olur.. Ancak genellikle güne yedi saat uyku ile başlarım.
’16-17 saat, kaçırmak istemediğim hayatı yakalamaya yetmiyor’
Ayşen Şahin, Gazeteci, İletişimci
Lisede gececiydim çünkü evdeki herkes uyuyup adımı seslenen kalmayınca bölünmeden radyoda sevdiğim programı dinleyerek daha rahat ders çalışıyor, kitap okuyor ya da hayal kurabiliyordum. Üniversitedeyken gececiydim çünkü otoritelerin tümünden uzak ve kuralsız bir hayatın özgürlüğünü dibine kadar yaşamak istiyordum. Gün doğarken mahalledeki fırından çıkan ilk simitlerden yiyip herkes işe giderken, okula gideceğim saate kadar kısacık bir uykuya geçmek en sevdiğim şeydi. Sanki tüm dünyaya aykırı gidiyor gibi hissediyordum. İkizlerim doğduğunda mecburen gececiydim çünkü sabaha kadar “Emzir, gaz çıkart, alt al, uyut” döngüsündeydim. Yine de severdim geceleri bebeklerime bakmayı zira etrafta bebek bakımı konusunda ahkam kesen kimse olmazdı; sadece ben ve çocuklarım. Fabrikalarda ve plazalarda çalışırken de gece yarısını en az bir iki saat geçmeden yatmazdım. Çalışmaktan kalan zamana hayatı sığdırmaya çalışıyordum. Bir eğlence fırsatı varsa kaçırmak istemezdim. Evde bile olsam bir film izlemek, bir kitaba kaptırmak uyumaktan daha cazip geliyordu. Uyuyunca kendimi, dayatılmış tüm kurallara, sıkıcı bir akışa teslim olmuş gibi hissediyordum. Şimdi kendi işimi yapıyorum. Bir sürü yere birden koşuyorum. Koşmasam koşmam ama duramıyorum, hayat kısa, yapılabilecek çok şey var dışarıda. Kendimi dinleyip tavana bakacak zaman bulduğumda saat yine gece yarısını çoktan geçmiş oluyor. Tam o an uyusam ne düşünecek ne kendimi dinleyecek ne de hayatı sorgulayacak zamanım kalacak. 7-8 saat uykuya ayırınca kalan 16-17 saat, kaçırmak istemediğim hayatı yakalamaya yetmiyor.
Gece telefon susuyor çünkü herkes uyuyor. Odaklandığım şeyi bölecek kimse olmuyor. Evim Beyoğlu’nda, gece yarısından sonra eve dönen sarhoşlar balkonun önünden geçiyor. Her ay en az iki öykü yazıyorum, o öykülerin çoğuna esin kaynağı oluyorlar sohbetleriyle. Sarhoşun mektubu okunmaz ama ilhamı alınır; bilinçaltları, özlemleri, öfkeleri, neşeleri gözle görülüyor, kulakla duyuluyor. Sabaha karşı doğa uyanıyor. Şehrin hengamesinde bizimle birlikte yaşadığını bile fark etmediğimiz bir sürü hayvanın sesleri duyulur oluyor. Kentin ortasında vahşi doğadaymış gibi. Gökyüzünün rengi, hele yazları o sabaha karşı serinliği muhteşem oluyor. İnsan hayatı uzattığını ve oluk oluk yaşadığını iliklerinde hissediyor. Tek kötü tarafı, gececi olmakla birlikte uykuyu gündüze kaydıracak bir yaşam şekline hiç sahip olamamam. Ruhum da bedenim de geceyi seviyor ama parçası olduğum hayat her sabah belli bir saatte uyanmayı gerektirdi ömrümce. Sabahları iki-üç saatlik uykuyla ruh gibi geziyorum bir süre. Sonra açılıyorum. Akşam üzerleri pilim bitecek ve yığılacak gibi oluyorum. Ama saatler 23.00’ü gösterdiğinde garip şekilde bir anda kafam çalışmaya başlıyor, yorgunluğum da uçuveriyor.
Yataktan kalkmamı gerektirmeyen bir gün en son ne zamandı hatırlamıyorum. Alarmı kurmadan ve ertesi güne hiçbir işim olmadan uykuya dalsam kaç saat uyurum fikrim yok, olmadı öyle bir gün. Belki seviyorumdur, belki benim de uykum uykuyu mayalıyordur, uyudukça uyuyacağımdır ama tecrübe etmedim. Su içmek gibi bir ihtiyaç olarak gideriyorum uykuyu. Bazı mekanların hatta iş yerinin tuvaletinde bile 7-8 dakika uyumuşluğum vardır. On binlerce insanın dans ettiği konserde yere uzanıp 15 dakika kestirmişliğim, bir meyhanede sandalyelerin üzerinde 20 dakika gözlerimi dinlendirmişliğim var. Her yerde ve her seste uyuyabilirim çünkü ihtiyaç ertelenemez hale gelmiştir. Ama sonra kalkar devam ederim. Beni, ona dalmak için sessizlik, karanlık gibi kurallarla sınamadığı için belki de aramız iyidir ama işte kavuşsak ne kadar beraber kalırız fikrim yok maalesef.
‘Bir süre erkenci gruba takılabilirim’
Özgür Mumcu, Akademisyen, Yazar
Baykuşluk doktora tezini yazarken edindiğim bir durum. Etrafta uyaran azken daha rahat çalışabiliyordum. Daha sonra da sessizlikte vakit geçirmeyi tercih etmeye başladım. Daha rahat odaklanmak, gün içinde gelen arama ve mesajlarla çalışmanın bölünmemesi işlevsel tarafları. Kötü yanı ise günün ve insanın doğal ritmine aykırı olması. Uykuyu severim ama istediğim kadar uykumu alamadığımı hissettiğim için yavaş yavaş baykuşluk davasını terk etmeye çalışıyorum. Bir süre de erkenci gruba takılmayı planlıyorum.
‘Başarıyı saatle değil, işin sonucuna göre ölçen işler seçerek kurtuldum’
İsmail Postalcıoğlu, Pazarlama Uzmanı
Gececiliğimin geçmişini şöyle özetleyeyim: Ben küçükken televizyondaki tek kanal gece 12’de İstiklal Marşı’yla kapanırdı ve ben her gece ayakta kalmaktan 3 yaşımda İstiklal Marşı’nın 2 kıtasını ezberlemiştim. O zamandan beri gece uykum gelmez. Ortaokul ve liseyi yatılı okudum. Zorunlu uyku saatinden nöbetçi öğretmen uyuyana kadar yatakta bekler, sonra kalkıp boş bir sınıf bulup bir şeyler okurdum.
Gece geç yatmak, kalabalığın dokunamadığı ve kendime ayırabildiğim bir zaman yaratıyor. Şehirde yaşamayı seven bir insanım ama odaklanmak için sakin bir ortam gerekiyor. Gece şehrin en sessiz olduğu zamanı kullanabiliyorum. Zihnim genelde öğleden sonra en verimli moduna giriyor ve geceye kadar bu modda kalıyor. Bu saatler aynı zamanda sosyalleştiğim saatlerle kesiştiği için insanlarla iletişimimi de besliyor olabilir. Kötü tarafı tabii ki çok. Genel çalışma sistemi sabah başlayıp akşamüstü bitecek şekilde düzenlendiği için, sabah toplantıları böyle bir uyku düzeninde verimli olmuyor. Saatler konusunda katı olan işyerlerinde insanlar genelde bu tarz bir yaşamı ve çalışmayı anlayamıyorlar. Benim bundan kurtulma yolum, başarıyı saatle değil işin sonucuna göre ölçen işler seçmek oldu. Doğası gececi olan bir insanın mesai saati takıntısı olan bir iş yapmaması gerekiyor bence.
Uyku insanın gün içindeki yorgunluğunu attığı ve huzurlu olduğu bir zaman. Bunun belirli saatlere programlanmasının, belli saatleri olmasının mantığını anlıyorum ama kabullenemiyorum.
Uyku insanın gün içindeki yorgunluğunu attığı ve huzurlu olduğu bir zaman. Bunun belirli saatlere programlanmasının, belli saatleri olmasının mantığını anlıyorum ama kabullenemiyorum. Eskiden gece ne elektrik, ne de yapay ışık varken insanların geceyle uykuyu eşleştirmesi gayet doğal. Bugün bu eşleştirme bana zorlama geliyor.
‘Baykuş olmayı seçmedim, öyle doğdum’
Ceren Sungur, Tarihçi, Çevirmen
Gececi baykuş olmayı seçmedim, öyle doğdum diyebilirim. Hatta büyüyüp benim gibi başkaları da olduğunu öğrenene kadar kendimi tek sanırdım ve hep uzaylı gibi hissettirildim bu yüzden. Okumayı ilk söktüğümde gece kalkar kitap okurdum. Annem uyumadığımı fark edince yatırırdı beni. Sonra o fark etmesin diye salonun ışığını açmayı bıraktım. Tuvaletin ışığını açar, kapının önüne yatar, kitap okurdum. Gündüzleri nedense hiç sevmedim, hep akşam vakti çalıştım hayat boyu. Lisede akşam eve gelir direkt yatardım, bunda evin curcuna olması da bir sebepti çünkü çok ses, gürültü olurdu, kendime ait bir odam yoktu, kardeşimle paylaşırdım. Geceyarısı kalkar sabah 5’e kadar çalışır yatardım, 7 gibi de kalkar okula giderdim. Üniversitede yurtta kalıyordum ve daha rahattı. Akşam 21.00 gibi çalışmaya başlardım gece 04.00 gibi de yatardım. Pandemi başlangıcına kadar bu hep böyle gitti, pandemide ise uyuyamama sorunu ortaya çıktı. Şimdilerde gece en geç 02.00-03.00 gibi yatmaya çalışıyorum ki öğlen spora gidebileyim.
Sevdiğimden böyle değilim, adeta biyolojik saatim böyle çalışıyor. Akşam 19.00’dan itibaren zihnim açılıyor, 21.00-04.00 arası da maksimum verimde çalışıyor. Uyumayı severim, uykumu almadan yataktan kalkmam mecbur değilsem. Gececi olmanın kötü tarafı ise yaş ilerledikçe vücudun bu durumu pek kaldırmaması diyebilirim.
‘Gece, havada bile daha fazla oksijen varmış gibi’
Begüm Kovulmaz, Çevirmen
Gececi veya erkenci olmak seçilebilecek bir şey gibi gelmiyor bana. Bedenin kendi sirkadiyen ritmiyle ilgili bir durum daha çok. İlkokulda sabahçı olduğumda ne kadar erken yatmış olsam da sabah erken kalktığımda midemde bir yanma, kafamın içinde bir bulanıklık hissettiğimi hatırlıyorum. Bunu o zaman anlamlandıramıyordum ama üniversiteye başlar başlamaz gececi olduğumu keşfettim. Mesaili çalıştığım yıllar boyunca bu yüzden çok sıkıntı çektim. Yani değişen bir şey olmadı, hep gececiydim.
Gececiliğin en güzel yanı telefonun, kapının çalmadığı, dışarıdan gelen gürültünün kesildiği, herkes uyuduğu için sosyal medyanın bile yavaşladığı, havada bile daha fazla oksijen varmış gibi gelen sessiz sakin saatler. Benim için çalışmaya yoğunlaşma saatleri bunlar, iş konusunda kendimden en iyi verimi 01.00-05.00 arasında aldığımı söyleyebilirim. Tek kötü yanı ise 09.00-18.00 düzenine göre bir iş, görüşme, randevu söz konusu olduğunda mesai düzenine uymakta zorlanmak.
Uykuyla aram çok iyi ama uykum gelmeden uyumaya çalışmakla hiç iyi değil. Yaş aldıkça uykusuzluğa tahammül eşiğimin düştüğünü fark ettim. Kesintisiz 6 saat uyuma fırsatı bulamazsam uykuya borçlanmış oluyorum ve ertesi gün arayı kapatmazsam işlevsel kalmakta zorlanıyorum. Uykum gelince uyuduğum ve uykumu alınca kendiliğimden uyandığım sürece daha mutluyum.
‘Download’ edilebilir hale gelinceye kadar insanlığın uykuyla mücadelesi hiç bitmeyecek gibime geliyor’
Bundan 10 yıl kadar önce Marie Claire dergisinde çalışırken, Geceye Övgü başlıklı bir yazı için M. Serdar Kuzuloğlu’na sormuştum ve şöyle demişti: “Uykuyla; daha doğrusu dayatılan uyku düzeniyle aram hiçbir zaman hoş olmadı. Küçüklüğümden bu yana elime geçen her fırsatta yaşam saatlerimi geceye yaklaştırmaya çalıştım. Gündüzün kalabalık ve telaşına hiçbir zaman ısınamadım. Gözümü karartıp girdiğim ve 2 ay zor dayandığım 9-6 düzenindeki işim, hayatımın en sıkıcı ve zorlu dönemi oldu. 95 yılından bu yana gazeteciysem ilk nedeni çocukluk hayalim oluşu; diğeriyse çalışma saatlerindeki esnekliktir. Gazetecinin mesai saati yok. Yaptığımız iş hayatımızın her anına yayılıyor. Bu da ister istemez sizi rutinden koparıyor. Mesleğim ve yaşam tarzım arasında bir yumurta-tavuk ilişkisi olduğunu görmezden gelemem. Ama sanıyorum benimki daha çok ilgi alanlarımın çeşitliliğinden kaynaklanıyor. İnternetin insanlığa en büyük kötülüğü bir ömrün içine sığamayacak kadar çok şeyi herkesin bir tıklama mesafesine getirmesi oldu. Takip edecek, izleyecek, okuyacak, öğrenecek, dinleyecek bunca şey varken uyumak bütün bu serveti elin tersiyle itmek gibi geliyor. Dünyayı zaman dilimlerinden koparan internetin 24 saat durmayan yaşamı da uykuyla ölümcül bir düelloya zorluyor insanı. ‘Download’ edilebilir hale gelinceye kadar insanlığın uykuyla mücadelesi hiç bitmeyecek gibime geliyor.” Kendisine bir mesaj atıp 10 yılda durumun değişip değişmediğini sordum, hâlâ aynı olduğunu söyledi.
Gelelim erkencilere… Sizin de okurken fark edeceğiniz üzere, aslında her iki tarafın da meftun olduğu şey, dinginlik. Ancak erkencilerin gececilere göre net bir avantajı var, o da biz gececi faniler uyanana kadar pek çok işi halledebilmiş olmaları.
‘Kötü tarafı gece erkenden pilimin bitmesi’
Dilan Bozyel, Fotoğrafçı
İşlerim için erken uyanırken fark ettim sabahın dinginliğinin iyi geldiğini ya da alıştım diyelim. Herkes uyurken uyanıp, sakin sessiz bir zaman diliminde biraz kendi kendime zaman geçirmek bana iyi geliyor. Belki yaşadığım bölgenin gürültülü olmasından da kaynaklanıyordur, zira Beyoğlu’nun uyuduğu tek zaman dilimi sabah 6-8 arası… Bu alışkanlık zamanla her uyandığım yere yayıldı; gece geç saatte uyumuşsam bile, sabahları erkenden uyanıp biraz sakin zaman geçirip sonra tekrar uykumu almak için uyuduğum bile oluyor.
Kötü tarafı gece erkenden pilimin bitmesi. Bazen akşamüstleri kısa bir şekerleme sonrası vitamin aldığım oluyor gece ayakta durmak için. En işlevsel tarafı ise öğleden sonra bir sonraki güne ertelenebilecek her işi öğleden önce odak süresi daha uzun şekilde halledebilmek. Uykuya bayılırım. Uyku bana terapistten daha iyi geldi bu hayatta. Fakat annemden bir alışkanlık olarak da geçti hayatıma; sorunlardan kaçmak için uykuya sığınırım. Bunu zamanla azaltmayı başardım çünkü kaçmakla çözülmedi hiçbir sorun…
‘Sabah bana yeni bir akış yarattı’
Yasemin Şefik, Yazar, Radyo Programcısı, Komedyen
Bundan 10 yıl önce sabah 07.00 radyo programımı yapmaya başladım. O zamana kadar asla erken kalkan biri olmamıştım. Gece kuşuydum. Geceleri yatmak, sabahları kalkmaz bilmezdim. Programım iki sene sabah kuşağında yer aldı. Bu bana yeni bir akış yarattı. O sistem hayatımın en iyi olgularından biri. Sabahçı olmayı öğrendim. Meğer ben sabahları yazmayı seviyormuşum kısmını anlayıp, tüm içerik, stand-up tekstlerimi sabahları yazmaya başladım. Buna bir de sabah yürüyüşlerim eklendi. Mis gibi oldu.
Güne erken başlamak, düşünülenin aksine gece sessizliğinden (şanslı bir lokasyonda oturuyorsanız) daha rahat olan sabah saatlerinin olduğunu düşünüyorum. Kötü tarafı siz heyecanlı, aktif bir andayken çözmek istediğiniz iş için karşı tarafın uyanmasını değil, ayılmasını bekliyorsunuz. Heves de bazen kaçabiliyor.
Yaklaşık 5-6 saat gibi bir uyku sürem var. Gün içinde her gün olmasa da yarım saat uyuma düzenim mevcut. Genel anlamda uyku benim için kafa toplama hali gibi. Eğer ki çok uyumuşsam gün içinde kötü bir şey olmuş hissiyle yaşıyorum.
‘Uyku seven partneriniz varsa, uyumsuzluk kötü olabilir’
Özlem Sökmen, Eğitmen
Kendimi bildim bileli hep erkenciydim, annem babam da öyleydi, bu durumda seçim diyemeyiz sanırım… Hatta lisedeyken sabah 05.00’e saatimi kurup kalkıp, kahve eşliğinde ders çalışırken çok verimli hissettiğimi hatırlıyorum. Yine de ders çalışmak, uçağa yetişmek ya da antrenman gibi bir mecburiyet yoksa uyandıktan sonra kahveyle biraz keyif yapmayı tercih ederim. O da en fazla 9’a kadar tabii. Bunu yapmazsam kendimi verimsiz hissediyorum ve bu his bana iyi gelmiyor.
Erkenci olmak insana zaman kazandırıyor. Maraton antrenmanlarında da sabah 4-5’te kalkıp koşmak, saat 07.30- 08.00 gibi kahvaltını yapmış olarak güne başlamaya yarıyor ve bence kötü tarafı yok. Bir tek uykuyu seven bir partneriniz varsa aranızda uyumsuzluk kötü olabilir.
Uykusuz kalırsam çok kötü hissediyorum ertesi gün bu yüzden de ortalama 6-7 saat uyumak bana iyi geliyor.
‘Bu alanı terk etmeyi istemiyorum’
Merve Engin, Oyuncu
Aslında çocukluğumdan beri çok erken kalkan biriyim ben. Yani seçmiş sayılmıyorum. Ama bu alanı terk etmeyi hiç istemiyorum.
Erken kalkmanın en iyi yanı henüz sabah saatlerinde bütün işlerimi bitiriyor olmak. O sakinlikte kendimi daha hızlı, daha açık ve daha atik hissediyorum. Bir de kendime ayıracağım zaman ancak o zaman oluyor gibi geliyor. Çünkü insanlar uyandığı andan itibaren kendime alan yaratamıyormuşum gibi hissediyorum.
Aslında uykuyu çok severim ama gündüz uyuyamıyorum o yüzden de gece epey erken uyuyan insana dönüşüyorum. Çünkü sabah gün doğumuyla uyandığım için gece ne kadar geç yatarsam o kadar uykusuz kalıyorum. Aslında kimi günler geç kalkmayı istesem de en geç uyandığım saat 10.00 civarı oluyor, ondan daha geç uyandığım neredeyse hiç görülmemiştir.
‘Şimdi erken partileyip, erken yatıyorum’
Didem Gençtürk, Radyo Programcısı
Erkenci olmayı seçmedim. İlk gençliğimin rock’n’roll zamanlarında sabahlara kadar partilesem de 06.00’da uyanırdım. Şimdi ise erken partileyip erken yatıyorum. Sabahın sakinliğini çok seviyorum. Uyaranlar çok daha az. Sabahları zihnim daha iyi çalışıyor, daha rahat odaklanıyorum.
Erkenci olmanın dezavantajı geç saat konserler, davetler, organizasyonların benim için çok zorlayıcı olması. Çok istesem de bir noktada uykum geliyor. Hiçbir zaman uykucu olmadım. Çok hızlı uykuya geçer ve neşeli uyanırım, ama çok uyumam.
‘Erkenci olmak benim seçimim’
Zeynep Özar Berksu, Onesquaremeter Kurucusu, Editör
Hiçbir zaman evden gideceğim yerde olmam gereken saatte çıkan birisi olmadım. Trafiği, hazırlanma süremi, oyalanma payımı ekleyip ve bu süreyi geri sayıp uyandım. Hiç alarm ertelediğimi hatırlamam mesela, ilk notayla gözümü açıp çıkarım yataktan. Kampüse üç otobüs değiştirerek gittiğim bir dönem oldu, 10’daki derse yetişmek için 6.45 otobüsüne binerdim. Vize/final/tez dönemlerinde işler değişiyordu tabii. Geceler ders çalışmak için mükemmel zamanlardır, aydınlıkta akıl başka yerlere daha kolay kaçıyor bence. Çalışma hayatımda da gözümün çapağıyla evden fırladığımı hatırlamıyorum: Kalkar bir duş alır, mutlaka kahve içer ve öyle çıkardım. Son yedi yıldır, fiziksel ve zihinsel olarak sürekli aktif olmam gereken bir işim var ve kendi işim. Ertesi gün hem fiziksel hem de zihinsel olarak dinç olmam gerekiyor. O yüzden artık hayatımın en erken kalktığım ve en erken yattığım dönemindeyim diyebilirim. 6’da uyanıp yoga yapıyorum, kahvemi içiyorum ve -sabah 1,5 saat daha fazla uyumayı seçen- eşimi uyandırıyorum, mutlaka kahvaltı yapıp çıkıyorum evden. Atölyede mesai 10’da başlıyor; çalışma arkadaşlarımın da iyi bir sabah geçirip işe öyle gelmelerini önemsiyorum. Eve dönünce pestilim çıktığı için 11’de, bazen daha erken, pilim bitiyor tabii.
Hayatın evreleri ve o evrelerin gereklilikleri seçimleri de beraberinde getiriyor; rutinler de bu seçimlerle şekilleniyor. Belki sabahları yarım saat daha uyuyabilirim, ancak vücudum dinç olmazsa o günü geçirmekte çok zorlanacağımı bildiğim için geceden feragat ediyorum. Özcümle; erkenci kuş olmak benim seçimim.
Güne erken birlikte başlamak hoşuma gidiyor. Makinede kahve tıpırdarken sakin sokaktaki insanları izliyorum, daha az ses ve hareket olması o ritme uyum sağlamayı kolaylaştırıyor. En tatsız yanı ise akşam izlediğim filmin en heyecanlı yerinde uyuyakalmak sanırım. Ve tabii kış saati uygulaması…
Esasında uykuyla arası olan birisi de değilim; ilkokuldayken hafta sonları da saat 8’den ve herkesten önce uyanıp çizgi film izlerdim. Bir keresinde saat 11’de yatakta olduğumu gören abim öldüğümü sanmış. Şimdi ise iki kedimin pati müdahaleleriyle 7 gibi uyanıyorum ve onlara mama koymaya kalktıktan sonra tekrar uyuyamıyorum. 6 saati gördüysem uyku yeterli geliyor.
‘Erken yatarak iç organlarımı korumayı hedefliyorum’
Cem Bozkuş, Barista, Norm Coffee Kurucusu
Erkenci olmayı hem seçtim hem de işim gereği o tarafa doğru sürüklendim ya da belki de işimi de ona göre seçmişimdir. Bir de saat 22.00 civarı melatonin salgıladığımız bilgisi hep beynimin bir tarafına kazınmış gibidir. Erkenciyim ve erken yatarak iç organlarımı korumayı hedefliyorum.
Sabah işe gitmeden kendime ayıracak vaktim olması benim için en iyi tarafı ki bu bence akıl sağlığımı korumama çok yardımcı oluyor. İşle ilgili mantıklı kararlar almak için de bu vakti ayırmaya çalışıyorum. Uykuyu seviyorum ama kalitesini tutturamamak beni üzüyor. İyi uyuyamamışsam gün içinde vakit varsa kuvvet şekerlemesi yapmak iyi gelebiliyor. Hem de bir bakıma günü ikiye bölmüş oluyor. Aynı gün içinde iki gün yaşamayı kim istemez ki?
Evet, hep birlikte gördüğümüz gibi, gececiler gecelerinden, erkenciler de sabah saatlerinden hiç vazgeçmemiş. Her biri ezelden beri böyle hissettiğini anlatıyor.
Yıllardır gece az uyuyanlara sabah erken kalkabilmeleri için tavsiyeler veren yazılar okudum. Yıllardır benzer çareleri tavsiye ettiklerine göre, pek de işe yaramadığını düşünüyorum. Nitekim, artık bunu değiştirmek yerine, değişmesi gerekenin herkesi aynı saatlerde çalıştıran sisteme yeniden bakmak gerektiği konusu artık daha çok konuşuluyor. Oxford Üniversitesi’nden Paul Kelley’nin kitabında CEO’lara seslendiği gibi: “İnsanlara tercih hakkı verin ve neler olacağını görün.”
Kim bilir, belki de günün birinde, alarmların çalmadığı bir çalışma düzeni olacak, en azından denenecek. İşte o zaman bu yaygın kutuplaşmaların en azından bir tanesinden kurtulmuş olacağız. Umut bu ya…