Tatile ne için gidilir? Dinlenmek, eğlenmek ve yenilenmek için elbette. Ha bir de sosyal medyada paylaşmak için tabii ki. O zaman ikinci bir soru soralım: Sosyal medyada paylaşmak tatile gitmenin bir sonucu değil de nedeni haline gelmişse, buna yine de tatil diyebilir miyiz?
Bunu gerçekten merak ediyorum. Çünkü internet öncesi tatil dönüşü kâğıda basılıp albümlere giren fotoğrafların taşıdığı anlamla, sosyal medyadan eş zamanlı olarak paylaşılan tatil fotoğraf ve videolarının taşıdığı anlam aynı değil bana kalırsa. Albümlerdeki basılı fotoğraflar hatırlamak içindi. Sosyal medyada ise sanki unutmak için paylaşıyoruz. Hemen yaşayıp paylaşalım ve hızla unutup bir sonrakine geçelim. Yorucu bir mutluluğun peşinden koşma hali.
Öyle ki tatil mekanları bile sosyal medyaya göre dizayn ediliyor. “Instagram Point” gibi yönlendirmelerle orada hemen çekip paylaşım yapmaya teşvik ediliyoruz. Birbirinin aynısı yüzlerce, binlerce paylaşım. Her şey olduğundan daha ilginç olmaya çalıştığı için sıradanlaşıyor. Hayat da sosyal medya gibi dikkatimizden pay almaya çalışan binlerce eklektik detayla doluyor.
Diyebiliriz ki büyük bir kısmı çalışarak geçen yorucu bir yılın en renkli anlarını paylaşmanın ne sakıncası olabilir? Doğru bunda bir sakınca yok ama bu bir süreklilik halini alınca o anda kalmak zorlaşıyor. Çünkü iş paylaşmakla da bitmiyor.
Haliyle, telefonu elimize almışken başkaları ne paylaşmış diye de bakıyoruz. Sonra bu bir döngü haline geliyor ve tatil için başka bir yerde olmanın sorgulanır olduğu bir durum oluşuyor. Eğer bunu evde sıkıntıdan yapıyorsak tatilde de mi sıkılıyoruz? Öyleyse tatilde telefonu tümden kapatalım gibi sıkıcı bir yere bağlamayacağım. Ancak kapatmakla kapatmamak arasında yani ikisinin ortasında bir yer olmalı. Belki biraz sosyal medya kullanımını azaltmak yani minimalizm iyi gelebilir. Fakat bu minimalizme bile motive olmak için bazı haklı sebeplere ihtiyacımız var. Beş maddede özetleyebilirim.
Adam Alter, Karşı Konulmaz (Paloma Yayınevi, 2017) kitabında etkileyici bir araştırmadan söz ediyor. Araştırma, ABD’de 11-12 yaşındaki çocukların katıldığı bir yaz kampında yapılmış. Çocuklara kampa girerlerken 48 soruluk DANVA2 adlı sözel olmayan davranış tanı analizi testi yaptırılmış. Bu testte, çocuklardan soruların yarısında insanların fotoğraflarına bakıp, diğer yarısında da bir cümleyi okumalarını dinleyerek duygu durumlarını (üzgün, kızgın, korkmuş gibi) tahmin etmeleri istenmiş. Çocuklar bu testi 48 soruda ortalama 14 yanlışla tamamlamış. Ancak doğru cevaplar ve sonuçlar çocuklarla paylaşılmamış. Ekranlardan ve internetten uzak geçen bir haftalık kampın sonunda aynı test çocuklara tekrar uygulanmış. Ekranlardan uzak tatilin sonunda yanlış cevap ortalamasının %33 azaldığı görülmüş. Bu durumun testi ikinci kez yapmaktan kaynaklanıp kaynaklanmadığını anlamak için kampa hiç katılmayan çocuklardan bir kontrol grubu varmış. Onların hata oranı ise %20 düşmüş. Nihayetinde sadece bir haftalık bir aranın bile çocukların duygusal ipuçlarını yakalama konusunda yeteneklerini artırdığı görülmüş. Buradan yola çıkarak en azından tatilde ekranlardan uzaklaşmanın duygusal kavrayışlarımıza ve ilişkilerimize iyi geleceğini umabiliriz.
Dört yıl önce gazetedeki köşemde, internetin çekmediği bir dağ köyünde geçirdiğim bir tatilin notlarını yazmıştım. O tatilde fark ettiğim en çarpıcı şeylerden biri şuydu: Şehirdeki hafta sonu tatillerinden bile en az yarım saat daha fazla uyuyor, buna rağmen yataktan 15-20 dakika önce kalkabiliyordum. O da yatmadan önce son bir defa neler olmuş diye telefona bakamamakla ilgiliydi. Üstelik sabah da yataktan kalkmadan önce telefonuma uzanıp neler olmuş diye bakma şansım yoktu. Benimki mecburiyetten doğmuştu ama bununla ilgili bilimsel çalışmalar da vardı. Çünkü yatmadan önce telefondan gözümüze gelen foton demeti (mavi ışık diye de bilinir), beynimize yorgun hissetmemizi sağlayan melatonin hormonunu salgılamaması için sinyal gönderiyordu. Bunun sonucunda beynimiz iyice bitap düşene dek uyumamayı başarabiliyorduk. Ancak bu sağlıklı bir uyanıklık değildi. Sağlıklı bir uyku için yatmadan hemen önce telefona maruz kalmamak önemliydi. Sinem Dönmez’in Neo Skola Blog’da yayınlanan uyku kutuplaşması temalı yazısındaki iki kutbun da bu gerçeğin üzerinde birleşeceğini umuyorum. Yani “Bu tatilde dinlenmek istiyorum” diyorsanız, en azından yatakta telefon kullanmamak bir başlangıç olabilir. Kim bilir, bu tatiliniz benim iki yıldan fazla süredir uyguladığım yatak odasına teknolojik alet (telefon, tablet, bilgisayar) sokmama ilkesi için de bir başlangıç olabilir.
Belki denk gelmişsinizdir, son yıllarda bu konuyla ilgili sık sık uyarılar yapılıyor. Sosyal medyada tatilinizi an be an paylaşıp “evde olmadığınızın” altını çizmek, evinize hırsız girmesiyle sonuçlanabiliyor. Kimseyi korkutmak istemem. Çünkü bu biraz da sosyal medya paylaşımlarınızın yabancılara açık olması, ev adresi ya da konum bilgisi gibi kişisel verileri koruyamamakla da ilgili bir durum. Tam olarak doğrulanamamasına rağmen, ABD’de tatil fotoğraflarını ulu orta yayınlamanın, hırsızlığa karşı sigortanızı geçersiz kılacağıyla ilgili tartışmalar bile çıkmıştı. Dolayısıyla, tatil fotoğraflarınızı sosyal medyadan eş zamanlı paylaşmadan önce hesabınızın kilitli olması, bazı uygulamalarda konum servislerinin devre dışarı bırakılması gibi detaylar önemli.
Douglas Rushkoff, Türkçeye ‘Hemen Şimdi Budalası’ (Ufuk Yayınları, 2015) diye çevrilen kitabında iki ayrı zamandan bahsediyor. Birincisi kayıt altına alınmış zaman. Bilgi ve sembollerden oluşuyor ve bir gölete benziyor. İkincisiyse akan zaman. O an içinde var olup geçen şeylerden oluşuyor ve bir akarsuya benziyor. Rushkoff ikisinin birbirinden daha önemli olmadığını söylüyor. Ancak sorun şurada ortaya çıkıyor. Gölet yani kayıt altına alınan zaman bir ekosistem ve içinde yaşamlar kuruluyor, kültürler gelişiyor. Akarsu yani akan zaman ise bir devinimle değişim yaratıyor. Sosyal medya, ikisini birbirine karıştırıp birbirinin alternatifi gibi davranmamıza neden oluyor. Sosyal medyanın akan zamanında her şeye üstünkörü bir dikkatle bakma alışkanlığı kazanıyor ve bunu okuma sanıyoruz. Bu durum, kitap ve makale gibi katmanlı okumalar yaparak birikim oluşturma yeteneğimizi köreltiyor. Rushkoff bu okuma biçimine “aşırı sarma” diyor. Çünkü doğrusal bir süreci bir akış anına indirmeye çalışıyoruz. Diyeceğim o ki, en azından tatilde “telefonu bırak kitabı al, kitabı bırak telefonu al” döngüsünden çıkarak gerçek okumalar yapmayı deneyebiliriz.
Neo Skola Blog‘da daha önce yayınlanan bir yazımda da vurguladığım gibi teknolojiyi bir süre için tamamen hayattan çıkarmaya dayalı detoksların faydaları hakkında yeterince kanıt yok. Dolayısıyla dijital detoks yerine dijital minimalizm daha akılcı bir yol haritası gibi görünüyor. Cal Newport’un Dijital Minimalizm (Metropolis Yayınları, 2019) kitabında etraflıca anlattığı bu yol haritası 30 günlük bir mola ile başlıyor. İş hayatının ortasındayken belki buna bir fırsat bulamayabilirsiniz ama bunun bir kısmı tatile denk gelirse rahat bir başlangıç olabilir. Eğer tatil kitabınızı henüz seçmediyseniz, bahsettiğim kitap bence iyi bir alternatif olur. İster o kitabı, ister bu yazıyı veya başka bir kitabı okuma sürecinizin, bir önceki maddede bahsettiğim “aşırı sarma”dan uzak bir okuma olmasını umuyorum.