Tarihçiler sinemanın başlangıcı olarak Lumiére kardeşlerin 1895 yılında Paris’te Grand Cafe’de yaptığı ilk gösteriyi temel alırlar.
Louis ve Auguste Lumiére kardeşler orada sinematografla halka açık ilk gösteriyi yapmışlardır. Lyon’da bir fotoğraf malzemeleri fabrikası sahibidir Lumiére Kardeşler. Daha sonra görüntülere hareket verme tutkusundan hareketle sinematografı icat etmişlerdir. Projeksiyonla yaptıkları bu gösteri bütün dünyada sinemayı bir anda yaygınlaştırmıştır ve sinema tüm dünyaya aslında bir anlamda Fransa’dan, yani Avrupa’dan yayılmıştır.
Aynı gösteride bulunan Georges Melies, filmlerle hikâye anlatma geleneğini başlatan ilk yönetmendir. Lumiére Kardeşler belgesel gibi yaklaştılar sinemaya ama Georges Melies sinemayla hikâye anlatmayı keşfetti.
Daha sonra sinema dili keşfedildi ve özellikle hikâye anlatma geleneği Amerikan Sineması’nda geliştirildi.
Bu arada yine sinema ilk olarak Avrupa’da ve Fransa’da bir endüstri haline geldi. Pathe ve Gaumont, bir anlamda bütün dünyaya film ihraç etti yıllar boyunca. Hatta Amerika’da ilk olarak 1903’te başladı ama o tarihte Fransa’da ciddi bir film üretimi vardı.
Amerikalılar geniş bir kitleyle buluşturdular sinemayı. Avrupa’da da aynı şekilde geniş bir kitleyle buluştu sinema sanatı.
Avrupalılar da hikâye anlattılar fakat Avrupa’nın Amerika’dan en önemli farkı şu oldu: Yoğun bir şekilde sinema sanatının ne olduğunu araştırdılar. Ve Amerikan sinemasıyla Avrupa sinemasını karşılaştırdığımızda özellikle başlangıç yıllarında gördüğümüz en önemli farklılık budur.
Amerikan sineması süratle endüstrileşmiştir, türleri yıldızları oluşturmuştur. Avrupa sinemasındaysa 1930’lu yıllara kadar sinema sanatı üzerine yoğun şekilde düşünülmüştür. Ve farklı ekoller, farklı akımlar hemen açığa çıkmıştır. Bunlardan en önemlisi “Alman Dışavurumculuğu”dur.
Alman dışavurumcuları Amerikalılar gibi, Georges Melies gibi hikâye anlatmaya odaklandılar ama farklı bir yaklaşım sergilediler. Dışavurumculuk, izlenimciliği, yani dış dünyaya izlenimciliği reddeden, insanın kendi içindeki yaklaşımı ortaya çıkartan bir sanat akımıydı. Yani gerçeği birebir olarak görmüyorduk. Ama insanın, yani sanatçının içindeki dünyadan çıkan o gerçeklikle bakıyorduk dış dünyaya. Dışavurumculuk o dönemde Almanya’da yaygındı ve Der Sturm adındaki topluluk “Dışavurumculuk”u sinemada uygulamak istiyordu.
İlk projesi “Doktor Caligari’nin Kabinesi”ydi. Hatta bu filmin ilk yönetmenlik teklifi Fritz Lang’a yapılmıştı. O kabul etmeyince Robert Wiene isimli bir yönetmen projeyi ele aldı. Filmde anlatılan hikâye şu: Bir uyurgezer falcı var, Doktor Caligari onunla şehirleri dolaşıyor ve film de onların geldiği düşsel bir Alman şehrinde geçiyor. Daha sonra cinayetler başlıyor. Bir polisiye örgü ortaya çıkıyor ve bunu takiben hikâye sürprizli bir noktaya doğru ilerlemeye başlıyor.
1919 yılı için aslında oldukça radikal bir senaryo ve hikâyeleme tekniği bu. Belki de ilk sürpriz finali görüyoruz burada. Daha da önemlisi anlatıcının güvenilmezliğini görüyoruz. Çünkü bizim o yıllarda alıştığımız sistemde anlatıcı güvenilirdir. Film güvenilir bir zeminde ilerler. Ama Doktor Caligari’nin Kabinesi’nde sonda her şeyin değiştiğini görüyoruz.
Ama filmin sinema tarihine asıl katkısı sadece senaryo ve hikâye değil. Asıl katkısı görsellik. Çünkü hikâyeyi bir tür tel iskelet olarak alıyorlar, asıl olarak dekor ve görsel atmosfere önem veriyorlar. Düşsel bir şehirde geçiyor ve dekor gerçekdışı, gerçekle birebir ilişkisi yok.
Aslında bu bir anlamda iki Dünya Savaşı arasındaki huzursuzluğu yansıtıyor. O karanlığı yansıtıyor. Çünkü Avrupa, iki Dünya Savaşı arasında gerçekten çok ağır ve karanlık bir dönemden geçiyor.
Dışavurumculuk da bunu yansıtıyor. “Dışavurumculuk”un Doktor Caligari’nin Kabinesi filminden sonra etkisi dünyanın her yerinde hissediliyor.
Özellikle Amerikalılar bu tarzı çok seviyorlar. Bu ışık gölge oyunlarını, dekorun önem kazanmasını çok seviyorlar. Hatta dekorun önem kazanması o yıllarda “Caligarizm”, “Caligaricilik” diye bir akıma bile yol açıyor.
Amerikalılar dışavurumcu yönetmenleri Hollywood’a transfer etmek istiyorlar. Örneğin bunlardan birisi F.W. Murnau… Murnau, 1921 yılında Nosferatu diye bir film çekiyor.
Aslında bildiğimiz Drakula hikayesi ama telif sorunları nedeniyle Nosferatu oluyor ve o filmde Max Schreck muhteşem bir vampiri canlandırıyor. Murnau, Alman Dışavurumculuk İlkeleri’ni kullanarak çekiyor filmi. Görsel atmosfer yine çok önemli ve Max Schreck’in vampiri de gerçekten çok ürpertici. Film o yılların en önemli klasiklerinden bir tanesi oluyor.
Alman Dışavurumculuğu deyince akla gelen bir başka yönetmen de Fritz Lang. 1927’de çektiği Metropolis de bir bilimkurgu klasiği. Bilimkurgunun bugün gördüğümüz birçok temasını o filmde görmek mümkün.
Film gelecekte geçiyor. Sömürü düzeni var. Seçkinler yukarıda yaşıyorlar. İşçiler yeraltında yaşıyorlar. Çılgın bir bilim insanı sistemi değiştirmek için bütün işçileri kontrol altına alacak bir robot yapmak istiyor.
Bu Robot da işçilerin çok sevdiği Maria adlı bir karaktere benziyor.
Film çok etkili bir görselliğe sahip olmasına rağmen hikâye açısından aslında çok da güçlü değildir. Final duygusal bir uzlaşmayı getirir karşımıza. Ama o kadar etkili bir görsel atmosferi vardır ve bakış, vizyon o kadar güçlüdür ki, o dönemin sineması için gerçek bir devrim niteliği taşır.
Alman Dışavurumculuğu sadece Almanya’da kalmadı, bütün dünyaya yayıldı. Özellikle de Hollywood’u derinden etkiledi. Hollywood da hikâye anlatırken Alman Dışavurumculuğu etkisiyle birlikte artık görsel atmosfer, görüntü, ışık ve dekor çok önemsenmeye başlandı.
Sinema eleştirmeni Mehmet Açar’ın Neo Skola için hazırladığı Avrupa ve Dünya Sineması Tarihi eğitiminde sinemanın dünyayı değiştirme hikâyesini anlatıyor. Sinemanın Avrupa’da doğması ve tüm dünyaya yayılmasının evrelerini yönetmenlerin eşliğinde sunuyor.
13 yıl Sinema dergisinin genel yayın yönetmenliğini, uzun yıllar SİYAD (Sinema Yazarları Derneği’nin) başkanlığını yapan sinema eleştirmeni Mehmet Açar’ın sinemanın toplumları ve dünyayı değiştirme hikâyesini anlattığı ve ilk bölümü ücretsiz olan Avrupa ve Dünya Sineması Tarihi eğitimine Neo Skola’da katılabilirsiniz.