Ödemeler dengesi bilançosu aşina olmayanlar için ilk bakışta sıkıcı gelebilir. Ancak sağlıklı ya da sağlık sorunu olan birinin tahlil sonuçları gibidir. Ülkede yerleşik kişi ya da kurumların başka ülkelerin yerleşikleriyle yaptıkları ekonomik işlemlerin istatistiki bir raporudur.
“Kur ne olacak?” sorusunu yönelten birine, iki açıdan durum özeti yapılıp “Teşhisi sen koy, tahmini de sen söyle” denilebilir.
Bu yazıda amaç ders anlatmak değil; döviz kurlarının ya da doğru terimle TL’nin değerini belirleyen unsurlar üzerinden, 2022’de bizi ne beklediğine dair ufku görebilmek.
Ödemeler dengesi bir yıl içinde ülkedeki döviz akımına neden olan işlemlerin karnesidir. Yani dönemsel döviz akımını ölçer. Diğer bir ölçüyse döviz varlık ya da yükümlülüklerin stok durumunun ölçülmesidir; döviz rezervleri, yurtdışına döviz borçları, yani yerleşiklerin döviz varlıkları ve yükümlülükleri. Döviz akımları aslında bu stok yapısındaki hareketleri de içerir. Bu açıdan ödemeler dengesine bakmak bize çok şey söyler.
Ödemeler dengesinin üç ana kalemi vardır. Birincisi mal ve hizmet hareketleri. Bu ihracat, ithalat, taşımacılık, turizm gibi alanlardaki faaliyetler sonucu oluşan döviz giriş ve çıkışlarını gösterir. İkinci ana kalem, finansmandır. Bu kalem, kısa vadeli fon akımlarından, kredi akımlarına, uzun vadeli yatırımlara kadar geniş bir döviz akımını gösterir. Yerleşiklerin yerleşik olmayanlardan döviz cinsi borç almaları, borç vermeleri, varlık edinmeleri ya da varlıkları elden çıkarmaları sonucu oluşan akımlar buradadır. Bu akımlar, finansman giriş ya da çıkışına yol açarlar. Üçüncü kalem de yukarıdaki her iki kalemin toplamdır: Rezervlerdeki değişimdir. Nihai olarak döviz açığı meydana getiren bir ödemeler dengesi hareketi varsa finansman akımları da eksik almışsa ‘cepten yemişsiniz’ demektir. Bir de ‘net hata ve noksan’ kalemi var ki mal ve hizmet akımları ile finansman farkı döviz rezervlerindeki değişime denk çıkmıyorsa “Bir yerde hata yaptık” kalemidir. Ama bunu “Bavulla döviz girmiş ülkeye” diye yorumlamak kimine göre her zaman ‘seksi’ gelir.
Ukrayna’dan önce, Ukrayna’dan sonra
Türkiye ekonomisi 2018’den bu yana bir krizde. Bir taraftan krizin ana sebebi varlığını korurken, krize karşı geliştirilen politika tepkileri ya da ‘semptom tedavisi’ işleri daha da bozmuştu.
Örneğin ödemeler dengesinde açığınız varken, kredi pompalamasına hem de negatif reel faizle giriştiğinizde otomobil bayilerinin önünde kuyruk yaratıp, Almanya’daki üreticileri memnun ediyorsunuz, bu da ithalatı büyütüp ödemeler dengesi açığınızı büyütüyor. Ama siz, ortaya çıkan açığın yarattığı kur baskısını dizginlemek için ‘swapla TL borç alıp TL’mizi değersizleştiren’ yabancı yatırımcılara swap yasağı koyduğunuzda TL’nin değerini koruyamıyorsunuz. Ya da yabancı merkez bankalarından swap sağlayıp ‘dövizi eritmemiş’ gibi bilanço makyajı yapmanız da işe yaramıyor. Sorunların yarattığı semptomları aspirinle çözmek mümkün olamıyor. Rusya Ukrayna’yı Şubat’ın son haftasında işgal ettiğinde de bu ‘idareci tutum’ çöktü.
Ekonomi yönetimi son bulduğu KKM (‘Ka-ka-me’ mi yoksa ‘Ke-ke-me’ diye mi okumalı?) Kur Korumalı Mevduat sistemi de ülkeyi yönetenlerce kendi yanlışlarının getirdiği yerde ‘kaçış rampası’ olarak görüldü. “Dövize gitmesinler” diye birey ve şirketlere, döviz kurundaki artışlara kamu tarafından ödeme garantisi olan bir mevduat hesabıydı bu.
Hesaba göre; bu KKM’yle yaza ulaşırsak yaz geldiğinde turizmle döviz akar ve politika hatalarının ortaya çıkardığı ağır kur baskısı dindirilebilirdi.
Merkez Bankası’nca belirlenen yüzde 14’lük bir faiz oranı, bankalarda yüzde 17-18’lik bir mevduat faizine karşılık buldu. Oysa enflasyon şubat sonunda yıllık yüzde 54.4’e vurdu. Ocak-şubat iki ayda toplam enflasyon ise yüzde 16.6 oldu. Mart ayındaki enflasyon yüzde 5 civarında açıklanırsa üç aylık enflasyon yüzde 22.3 olacak. Yani bankada TL mevduatı olan birinin bir yılda alabileceği faizin bile altında bir artış.
Ücretli çalışanlar için de böyle; yılbaşında ücret artışınız ne olursa olsun, ocak ayındaki zamlı ücretin satın alabileceği 100 birimlik mal ve hizmet mart sonunda 77.7 birime düşmüş olacak. Yıl içinde bir düzeltme olmazsa bunun bir de geriye kalan 9 ayda ne kadar daha eriyeceği konusu belirsiz durumda.
Kaynak: The Economist
Freni patlayan cari denge
Ukrayna sonrası iki ana kanalda ödemeler dengesi açığı büyüyecek; biri enerji fiyatlarının patlaması sonucu hem ödenen döviz miktarı arttı hem de bütçedeki sübvansiyon büyüdü. İkinci kanal da turizmdeki döviz gelirlerinin azalması olacak. En yüksek seviye olarak yıllık 30 milyar doları bulan bir turizm geliri, 2022 sezonunda hasar görecek. Ukraynalılar işgal ve savaşın içinde can derdindeler. Sığınma amaçlı gelenlerin turizm geliri bırakması beklenemez. Ruslarda ise kayda değer bir düşüş beklenebilir. Zira Rusya, işgal sonrası ambargo ve varlık dondurma yaptırımlarıyla karşılaşınca içeride de yurttaşlarına ve şirketlerine önemli kısıtlamalar getirdi. Döviz satın almaları, transfer etmeleri, bankadan çekmelerine kısıtlamalar konuldu. Tabii ki bir de ulusal paraları rublede değer kaybı var. Yani döviz alabilseler bile bunun için ödenecek ruble miktarı piyasa koşullarına göre yüzde 50-100 arasında değişen oranda artmış durumda. Yaşam koşulları birçok mal ve hizmete erişimde zorlaştı, enflasyon yükseldi.
2015 sonlarında Rusya’ya ait askeri uçak Türk Hava Kuvvetleri tarafından düşürüldüğünde, Ruslar turist göndermeyi durdurduğunda izleyen dönemde Türkiye’nin turizm gelirleri 18.1 milyar dolara kadar gerilemişti. Tek etki Rusların ayağını kesmesi olmasa da 10 Ekim 2015 Ankara Gar Katliamı ve diğer bombalı saldırıların olması turizmde kayıpların sert olduğunu gösteriyor.
Rus ve Ukraynalı turistlerin toplamı yaklaşık 7 milyon kişi. Her iki ülkeden turizm amaçlı girişlerin oldukça düşeceğini, potansiyel kaybın 5 milyar dolar civarında olacağını kestirmek güç değil.
Enerji faturasının da katkısıyla ödemeler dengesi açığının yani cari açığın, ocak ayındaki 20 milyar seviyesinden, yıl sonunda 35 milyar dolara doğru yükselmesi kaçınılmaz.
Enerji faturasının da katkısıyla ödemeler dengesi açığının, ocak ayındaki 20 milyar seviyesinden, yıl sonunda 35 milyar dolara doğru yükselmesi kaçınılmaz.
Açık büyüdükçe bunu karşılayacak bir finansman girişi olmazsa kur baskısı artacak, bu kur baskısıyla baş etmek isteyen otoriteler de döviz satışı yaparak bunu karşılayacaklar. Rezervler eriyecek.
İşin ödemeler dengesi dışında ‘stok’ tarafıyla ilgili kısmında ise borç ödemeleri ve potansiyel olarak yerleşiklerin yani birey ve şirketlerin TL yerine döviz satın alma eğilimleri kur üzerindeki baskıyı arttıracak. İster ihtiyaçtan, ister gelirini ya da tasarrufunu koruma amaçlı.
Bu eğilimi besleyen en önemli ters yönde ‘teşvik’, TL’nin enflasyonla hızla erimesidir. Tasarrufu, geliri, ücreti TL üzerinden olan kişiler ya da şirketler, enflasyona karşı TL yerine başka varlıkları tercih etmeye giderek daha fazla eğilim gösterecekler. Kim satın alma gücünün erimesini seyreder ki?
Geçmiş yüzyıl başlarında okur-yazar olmak ya da eğitimli olmak kazanç-gelir elde etmek için giderek çok önemli bir nitelik, donanım olmuştu. Bugün, kazancı-geliri enflasyon karşısında korumak için finansal okur-yazarlık çok önemli hale geldi.
Ödemeler dengesinden aldığımız haberler, ekonomiyi yönetenlerin TL’yi daha da zayıf hale getirmesiyle satın alma gücümüzü ele geçen tüm araçlarla korumamız gerektiğini söylüyor.