Muhafazakarlığı tanımlamak, bütün ideolojileri tanımlamak gibi kolay bir şey değil. Birçok yerinden tutup birçok farklı tanım yapabilirsiniz. Bu tanım için modern öncesi dönemi biraz açmak lazım. Bir dizi fikrin, düşünsel düzenleme sistemiyle oluşturulduğu biir dönemden bahsediyoruz. Gündelik hayat, gerçek hayat, bir dizi fikir tarafından düzenlenirdi. Bir dizi fikir tarafından, bugünkü bir ekonomik terimi kullanacak olursak, regüle edilirdi. Bir regülasyona uğrardı. Dolayısıyla modern öncesi dönemde çok kuvvetli, gündelik hayatı düzenleyen regülasyon sistemleri vardı. İşte bu regülasyon sistemleri, modernite başladıktan sonra moderniteye de geçişler yaptılar. Modernite içerisinde de varlıklarını sürdürdüler.
Muhafazakarlık, modern döneme, moderniteye, modernite öncesinden, modern dönem öncesinden sızmış birtakım fikirler, değerler, inançlar, kurumlar, alışkanlıklar, törenlerdir.
Sürdürdüler ama modernitenin kendi siyasi, ekonomik kurumlarıyla, bilimiyle ve teknolojisiyle, kentleşmesiyle, sanayileşmesiyle, moderniteye özgü ulus devletleri ile ulusçuluk ideolojisiyle bazen çatışarak bazen birleşerek bir değişim de yaşadılar. Muhafazakarlık dediğimiz düşünce modern bir fenomendir ve aslında modern öncesi regülasyon sistemlerinin, düzenleme sistemlerinin modernite içerisindeki varoluşlarına verebileceğimiz bir addır. O zaman soru şu: Modernite öncesinin hangi büyük regülasyon sistemleri en büyük etkiyi yarattı ve muhafazakarlığın temel bakış açılarını, ilkelerini, değerlerini, fikirlerini, inançlarını oluşturdu?
Modernite dediğimiz süreç 19. yüzyılda başladı, bugüne kadar yaklaşık yine 200-250 yıllık bir süreçten bahsediyoruz. Bu süreç içerisinde bütün bu modern öncesinden kalan regülasyon sistemlerinin oluşturduğu muhafazakarlık değişti, dönüştü, kendisi de türlere ayrıldı, zayıfladı, kuvvetlendi, ülkeden ülkeye, kültürden kültüre, sınıftan sınıfa, hatta bireyden bireye değişiklikler arz etti.
Sacre ve profane kavramı
Şimdi, muhafazakarlığın bu anlamda bir regülasyon sistemi olarak, hayatı düzenleme sistemi olarak devraldığı, modern öncesinden devraldığı temel fikirler nelerdir? Şimdi bunların başında din geliyor tabii ki. Din deyince de ibadeti, işte teolojiyi değil, daha çok şunu anlıyoruz dinden: modern öncesi dönemde şu varsayılıyordu: bir kutsal olan vardır, bir de yaşanılan gerçek vardır. İşte buna Fransızcada, sacre ve profane deniyor.
Yaşadığımız gerçek
Bir kutsal olan, yani bizim yaşadığımız bir gerçek var, gerçek dünya, gündelik hayatımız. Bir de bu gerçek dünyanın ötesinde bir gerçek ötesi dünya var ve var bu dünya, yani gerçek ötesi dünya. Bu gerçek ötesi dünya bizim gerçek dünyamızı bir şekilde düzenlemekle mükellef. Ya da biz o gerçek ötesi dünyadan gelen kurallara, değerlere, inançlara göre gerçek hayatımızı yaşamakla mükellefiz, zorunluyuz. Gerçek ötesi ile gerçek arasında birtakım geçişler var ve biz bu geçişlerden, kanallardan akan kurallara, değerlere, inançlara göre gerçek hayatımızı yaşamakla mükellefiz. İşte bu gerçek ötesi hayat ve oradan gelen kurallar kutsal olanı, sacre olanı oluşturuyorlar.
Gerçek hayat ise profane hayatı oluşturuyor. Ama bu ikisi bir arada gidiyorlar, sacre ve profane, kutsal olan ve gündelik olan, kutsal olan ve olmayan… Ve esas olan, kutsal olan. Kutsal olandan aşağıya doğru birtakım kurallar, değerler, fikirler neredeyse akıyor. Ve biz sıradan, ölümlü insanlar olarak, hem bireyler düzeyinde hem topluluklar, toplumlar düzeyindeki gündelik hayatımızı, bu yukarıdan akan, gerçek ötesinden, kutsaldan akan kurallara göre düzenlemekle mükellefiz.
Kutsal regülasyon
İşte burada çok kuvvetli bir kutsal regülasyon sistemi var. Bu regülasyon sadece din ve diyanet işlerini değil bizim gündelik hayatımızın bütün ayrıntılarını düzenliyor. Hayatımızdaki makro, mikro, bireysel, özel, kamusal, her alanı düzenleme iddiasında olan ve bizim de uyma mükellefiyetinde olduğumuz bir dizi kuraldan bahsediyoruz kutsal derken. Kutsal olan, modernite içerisinde reddedilen bir şey değil. Yani Tanrı inancı, ruhaniyat, maneviyat, bunlar reddedilen şeyler değil ama modernite, kutsal olanın alanını sınırlıyor. Diyor ki “kutsal olan sadece bireysel inanç düzleminde kalsın, sadece teolojik düzlemde kalsın ve hayatın diğer alanlarını regüle etmesin.” Yani nasıl yaşayacağımızı, ne yiyeceğimizi, ne içeceğimizi, hastalanınca hangi doktora gideceğimizi, hangi tedavileri uygulayacağımızı, gündelik hayatın makro ve mikto ayrıntılarına sızmasın ama bizim ruhaniyatımız, maneviyatımız düzeyinde kalsın.
Sekülarizm
İşte bakın, kutsal olanın alanını bu şekilde sınırlamak, bizatihi modern bir düşünce ve bunun adına sekülerizm diyoruz. Diyoruz ki kutsal olan, belirli sınırlar içinde kalsın, yani modern öncesi dönemde olduğu gibi hayatın tümünü regüle etme iddiasında olmasın. Belki işte ufak tefek birkaç ayrıntısını regüle etsin, gidip kilisede evlenebilirsiniz örneğin. Ama bunun dışındaki alanları regüle etmesin. Bunun dışındaki alanları modern kanunlar, modern hukuk regüle etsin. Sekülerizm tam da bu sınırları koyma, modernite tam da bu sınırları çiziyor.
Sekülerleşme tam da bu kutsal olanın sınırlarını daraltmak, gerçek ötesini reddetmemekle birlikte, yani ateist olmak zorunda değilsiniz modern olduğunuzda, ama oradan geldiğine inanılan fikirlerin, değerlerin, inançların gerçeği ne ölçüde belirleyeceği konusunda modernitenin çok kesin sınırları vardır. Ve bu sınırların adına biz işte, bu sınırların çizilmesi süreci, sekülerleşme sürecidir veya Türkçede kullandığımız manasıyla laikleşme sürecidir. Fransa’da adı laikleşme, anglo-Amerikan ülkelerinde sekülerleşme, ne derseniz deyin ama esas mesele, sacre’nin alanını, kutsalın alanını daraltmak. Modernite öncesinde ise bunun alanı tamamen her şeyi kapsayan bir alan. Bütün hayatı kapsıyor ve düzenliyor ve regüle ediyor. Ne zaman savaşa çıkılacağını regüle ediyor, elinizi nasıl yıkayacağınızı regüle ediyor, banyoda nasıl boy abdesti alacağınızı regüle ediyor, cinsel hayatınızı, her şeyi, para kazanma biçimlerinizi, birikim biçimlerinizi, tüketim biçimlerinizi regüle ediyor. Faizi ve karı, onların oranlarını, ne üreteceğinizi, bunları nasıl satacağınızı, kime satacağınızı… Bütün bunları regüle eden bir kutsal alan var.
Astroloji
Burada gerçek ötesi ve gerçek arasındaki ilişkisi derken mesela günümüze kadar gelmiş din dışındaki bir kavramdan bahsetmeliyi: Astroloji. Astroloji, modern öncesi dönemde, binlerce yıl önce başlamış bir bilme ve düzenleme sistemi. Şuna inanılıyor: gerçek hayatın dışında, yukarılarda bir yerde yıldızların, gezegenlerin oluşturduğu bir gerçek ötesi sistem var. Ve burada olup bitenler, yıldızların birbirleriyle ilişkileri vs o anda olup bitenleri veya gelecekte olacakları bir şekilde etkiliyor. Gündelik hayatımızı etkiliyor, yarın ne olacağını etkiliyor, başımıza neler geleceğini etkiliyor, iyi ve kötü şeyleri etkiliyor. Yani gerçek ötesine ciddi bir inanç var. Ne kadar para kazanacağımızdan, hangi evde oturacağımıza, kiminle evleneceğimizden, hangi burcun hangi burçla uyumlu olduğu gibi şeyleri düşünelimü. Dolayısıyla sadece inançla, bireysel alanla sınırlı bir durumdan bahsetmiyoruz modern öncesinde.
Modernite neyi savunur?
Modernite gerçek ötesini kabul etse bile onun alanının gayet sınırlı kalmasını savunur. Hiçbir zaman modern hayatı, gündelik hayatı, onun ayrıntılarını belirlemesine onun izin vermez. O sınırların içinde kalmasını ister. İşte bu modernite içinde ortaya çıkmış sekülerleşme düşüncesidir ve muhafazakarlık, ortaya çıktığından beri modern sekülerizmle bir kavga içindedir, bir çatışma içindedir. O sekülerizm, modernite kutsal olanın alanını sınırlamak isterken, muhafazakarlık o alanın sınırlanmasına karşı çıkar ve o alanın mümkün olduğu kadar çok şeyi, kutsal olanın mümkün olduğu kadar çok ayrıntıyı, hayat alanını regüle etmesinde, düzenlemesinde ısrar eder.
Peki, gerçek ötesine inanmanın ödülü nedir? Hayatınızı, gerçeği kutsal olana göre düzenlerseniz ve bunu tutarlı bir biçimde yaparsanız, siz yaşamınızı kaybettikten sonra, siz de gerçek ötesine bir yolculuk yapacaksınız ve orada, burada bulamadığınız mutluluğu, tatmini bulacaksınız. Dolayısıyla insanın da gerçek ötesine taşınacağı, davet edileceği, öldükten sonra hayatın gerçek ötesinde devam edeceği şeklinde bir ödül mekanizması da insanlara vaat edilir.
Tabii bunun tersi de var. Eğer hayatınızı kutsala göre tanzim etmezseniz burada, yaşamazsanız gerçeği, gerçek ötesinde de sizi çok kötü bir hayat bekliyor. İşte cennet ve cehennem ikilisi, gerçek ötesine göre yaşadığınızda. Öldükten sonra gerçek ötesindeki cennete taşınacaksınız. Eğer gerçek ötesine göre gerçeği yaşamadığınızda ise, öldükten sonra gerçek ötesindeki bir cehenneme götürüleceksiniz, taşınacaksınız. Böyle de bir ödül ve ceza mekanizması var muhafazakar düşüncede ve bu çok kuvvetli bir mekanizma, son derece etkili bir mekanizma.
Erkek egemenliği
Muhafazakar düşüncenin modernite öncesinden devraldığı en önemli bir başka regülasyon sistemi ise patriarşi. Yani cinselliği, cinsel hayatı, evliliği, kadın-erkek ilişkilerini ve kadınları, kadınların hayatını, erkek egemen bir sisteme göre düzenleme, regüle etme anlayışı diyelim patriarşiye. Bu çok eski bir, tabii, insanlığın çok eski regülasyon sistemlerinden biri. Buna göre, belli bir erkek egemen düzen var. Bunun koyduğu belli kurallar var ve bütün cinsel ilişkiler, kadın-erkek ilişkileri ve kadınların hayatı, bu kurallara göre yaşanmalıdır. Bunun dışına asla çıkılmamalıdır ve bunun içinde kalmanın ödülleri vardır, bunun dışına çıkmanın da bedelleri ve cezaları vardır. Bazen bu çok acı cezalar olabilir, işte Türkiye’de ve başka ülkelerde yaygın olan, ne yazık ki yaygınlaşan kadın cinayetlerinin, töre cinayetlerinin bir nedeni de bu düşünce tarzı. Cinselliğin regülasyonu, cinsel hayatın regülasyonu modern öncesinin en önemli regülasyon sistemlerinden biri, kadınların regülasyonu. Ve bu moderniteye yolculuk yapmış ve modernite içerisinde filizlenen, şekillenen muhafazakar düşüncenin de en önemli basamaklarından, ayaklarından birini oluşturmuş durumda patriarşi.
Eşitsizliğin normalliği
Muhafazakar düşüncenin üçüncü ayağında ise eşitsizliği, toplumsal/organik düzen adına doğal, normal veya kutsal kabul etmek vardır. Eşitsizlik yerine hiyerarşiyi düzenin sürmesi için zorunlu görmek normal bir durumdur. Muhafazakarlık, der ki her türlü eşitsizlik doğaldır ve aslında düzen dediğimiz şey, organik bir bütündür ve bu eşitsizliklerin oluşturduğu bir hiyerarşidir aslında. Dolayısıyla da düzenin korunabilmesi için bu hiyerarşinin, bu eşitsizliğin de korunması gerekir. Mesela ırkçılık, ırksal ayrımlar muhafazakarlık için sorun değildir.
Modernitenin iki büyük ideolojisi, liberalizm ve sosyalizm eşitlikçi ideolojilerdir. Liberalizm, bireyleri ve bireyler arasında doğal, hukuksal, kanuni eşitlikleri kabul eder. Her ne kadar ekonomik eşitliği kabul etmese de, fırsat eşitliğinin yanındadır. Sosyalizm ise önünde sonunda bütün sınıfsal farklılıkların ortadan kalkacağı, herkesin eşitleneceği bir toplum hayal eder.
Bu yazı Prof. Dr. Hakan Yılmaz’ın Neo Skola için hazırladığı ‘İdeolojiler’ eğitiminden derlenmiştir.