Türkiye neredeyse 20 yıl sonra yıllık yüzde 50’lik enflasyona geri döndü. Ocak ayında yıllık yüzde 48.7’lik tüketici enflasyonu, Nisan 2002’de yıllık yüzde 52.7’den sonra bir ilk. Şubat ayında da aylık yüzde 1.8’lik bir artış gelirse ki güçlü bir olasılık; yıllık yüzde 50’yi geçecek.
Enflasyon, mal ve hizmet fiyatlarındaki artışların yani fiyatlar genel seviyesinde sürekli artış olması demek. Hayat pahalılığı ise hane halkının cari geliriyle, fiyatları sürekli artan temel mal ve hizmetlere eskiden satın aldığı ölçekte, miktarda erişememesi demek. Enflasyon karşısında mevcut satın alma kalıplarına mevcut gelirin yetmemesi demek.
Düşük ekonomik büyüme, bu büyümenin tüm sektör ve kesimlerde gelir artırıcı yönde olmaması, yüksek enflasyon altında hane halkının harcanabilir gelirini azaltır.
Türkiye’de son dönemde, ekonomi politikası yanlışları, isteyerek bilerek yapılan politika tercihleri şunu getirdi: Israrla enflasyonun altında tutulan bir faiz, patlayan bir döviz kuru, patlayan hammadde ve enerji fiyatları, yüzde 100’leri aşan maliyetler ve bunun hane halkına yansıyan faturası, yüksek tüketici enflasyonu.
Küresel ölçekte pandemi sonrası yükselen enerji, hammadde ve lojistik maliyetleriyle tüm gelişmiş ve gelişen ülkeler etkilenmişti. Ancak bu arka plana ek olarak yurtiçinde izlenen yanlış politikalar ve kötü yönetim, yurtdışında pahalılaşan hammadde ve enerjiyi satın alırken ihtiyacımız olan dövizi çok kısa sürede yüzde 60’a yakın yükseltti.
Bütçeden yapılan sübvansiyonlar; akaryakıtta ÖTV’nin sıfırlanması, doğalgazda 3-4 milyar doları bulan zararların bütçeden karşılanması da olmasa, enflasyonun yüzde 50’den çok daha yüksek bir yerde olduğunu konuşacaktık. Ayrıca, bunu yapan tek ülke de Türkiye olmadı.
Yanlış politikalar kötü yönetimle birleşince yirmi yıl önceki enflasyon seviyesine geri dönüldü.
Bu fotoğrafa bahane olarak politikacılar, “tüm dünyada enflasyonun patladığı” gerekçesine sığınarak, gelişmiş ülkelerde yüzde 1-2’lerde olan enflasyonun yüzde 7’lere çıkmasını “enflasyonun 7 kat arttığını” söyleyerek, yüzde 50’ye dayanan bir enflasyona kendi seçmenleri nezdinde rıza oluşturmak için laf cambazlıklarına giriştiler.
Daha üst yaşlardaki kuşaklar enflasyon olgusuna dair geçmiş deneyimleriyle belli bir atalete sahip olsalar da genç kesimin mutsuzluğunun arttığının göstergesi sokak röportajları ve anketler.
Ayrıca, şurası muhakkak ki hane halkı enflasyonun kaç arttığının hesabıyla değil, hayat pahalılığıyla artan geçim sıkıntısını hane bütçesinde nasıl yöneteceğiyle ilgili.
Enflasyon ve fiyat istikrarı
Gelişmiş ülkeler, ekonomi yönetiminde enflasyon konusunu düşük enflasyon olarak bile tanımlamıyorlar. Zira bu tanım muğlak. Örneğin Türkiye’de iktidarın seçim beyannamelerinde hep “tek haneli enflasyon” hedefi yer aldı. Zaman içinde bunun yüzde 8-9 olduğu görüldü. Ancak bu da ülkeye gelen bol sermaye akışı ile tutturulabildi.
Peki fiyat istikrarı nedir? Merkez Bankası şöyle tanımlıyor:
“Fiyat istikrarı ise para politikasının uzun dönemli temel amaçları olan büyüme ve istihdama yönelik, ekonomik birimlerin karar alma süreçlerinde etkili olmayacak ölçüde düşük ve istikrarlı bir enflasyon oranını ifade eder. Türkiye’de Merkez Bankası’nın temel amacı, fiyat istikrarını sağlamaktır.”
“Ekonomik birimlerin karar alma süreçlerinde etkili olmayacak ölçüde düşük ve istikrarlı bir enflasyon oranı”, yüzde 1-2 gibi bir orandır. Bugün tüm gelişmiş ülkelerin enflasyon hedefi yüzde 2’dir.
Pandemiye kadar da bu ülkeler yüzde 2’lik bir enflasyon patikasını uzunca bir süre sürdürebildiler. Pandemi sonrasında ise arz kanalındaki tıkanıklıkları işaret ederek, yükselen enflasyona faiz arttırarak müdahale etmediler.
Oysa Türkiye’de bu gelişmelere ilave olarak TL’nin serbest düşüşe bırakılması tercihinin sonuçları da eklendi. Bu etki görece daha büyük bir şok dalgasına yol açtı.
ABD ve AB’de fiyatlara ne oldu?
“5 kat arttı”, “7 kat arttı” demagojisi içinde olan şu; özellikle enerji harcamalarından gelen bir enflasyon yükselişi söz konusu.
ABD’de, pandeminin başladığı 2020’ye kadar son 30 yılda yıllık ortalama enflasyon yüzde 2.4 olmuş. Geldiği yer ise en son haliyle yüzde 7.5.
AB’nin ‘amiral gemisi’ Almanya’da ise Doğu-Batı birleşmesi sonrasında, birleşmenin getirdiği bir enflasyon artışı da yaşanmıştı; pandemiye kadar geçen 18 yıllık süreçte ise ortalama enflasyon yüzde 1.7 olmuş. Şimdilerde ise yüzde 5.3’lik zirveden gerilemeye başladı.
Yüzde 2.4’ten yüzde 7.5’e yükselişte olduğu gibi oranları “3 kat, 6 kat” diye oranlayarak anlatan politikacılar, vatandaşın zihninde sanki fiyatlar 3-5 kat artmış gibi resim çiziyor.
Oysa örneğin Almanya’da 2015’e 100 olarak endekslenen tüketici fiyatları, pandeminin başı sayılan 2020 ocak ayında 105 iken, 2022 ocak ayında ‘enflasyonun patlamış haliyle’ 111.5 seviyesinde. Bu, bize 7 yılda toplamda, birikimli olarak sadece yüzde 11.5’luk bir tüketici fiyat artışı olduğunu anlatıyor.
Ama tek başına Türkiye’de; Aralık enflasyonu yüzde 13.5, bir de buna ilave olarak ocakta yüzde 11.1’lik bir enflasyona maruz kaldık.
“Fransa’da yaşayan akrabalarım 150 euroya doldurdukları poşetleri 750 euroya doldurmuş” diyen politikacılar, Fransa’da pandemiye kadar 18 yıllık sürede gıda fiyat artışının yıllık yüzde 1.4, şimdilerde ise yüzde 1.8’e çıkmış olduğunu bilmiyor olabilir mi?
Türkiye’de yukarıda listelediğim temel gıda mallarının neredeyse tamamı son bir yıllık fiyat artışı, aynı ürünlerin Fransa’daki son 10 yıllık fiyat artışının üzerinde. Fransa’da peynir fiyatı 10 yıl önceki fiyatın sadece yüzde 1 üzerinde.
Son 10 yıllık fiyat artışından yıllık fiyat artışlarının kabaca yüzde 2’yi geçmediğini, bunun da ‘fiyat istikrarı’ denilen şeyin tam da kendisi olduğunu not edelim.
Fransızları üzecek bir şey varsa o da muhtemel ki şarap fiyatının 10 yılda yüzde 17 artmış olmasıdır (Türkiye’de ise aynı dönemde yüzde 300 artmış).
“Enerji fiyatları dünyada arttı, bizde de arttı” sözleriyle zamlara ikna edilmeye çalışılan vatandaşa, şirketlere, esnafa Almanya’da elektrik fiyatlarının pandemiye kadar son 5 yılda kabaca yıllık ortalama yüzde 2.3 arttığı, son dönemde ise yüzde 11’e eriştiğini; Türkiye’de ise aynı dönemde yıllık ortalama yüzde 15.5 oranında artarken, son dönemde yüzde 95.5’e çıktığını anlatmak gerekiyordu.
Enflasyonda kötüyü örnek gösterip razı olmamızı isteyen politikacılardan, o örneklerdeki uzun yıllar fiyat istikrarını talep etmemiz toplumsal bir hak aslında.
Milli paranın istikrarı denilen kavramın, fiyat istikrarından geçtiğini, döviz almanın da ‘kültürel bir olgu’ olmadığını not düşelim.
Güncelin jargonuyla tanımlanırsa; enflasyonun ne ölçüde yıkıcı olabileceğini ‘boomer’ kuşağı, kısmen ‘milenyum’ kuşağı daha önce ‘tatmış’, enflasyonun getirdiği yoksunluğu deneyimlemişti. Şimdi sıra ‘Z’ kuşağında.
Bir ölçüde de bunu değiştirmek de bu kuşağın elinde. Düşüncem, genç kuşak yıkıcı enflasyona razı gelmeyip bu ‘kaderi’ değiştirecektir.
Ne diyordu Cem Karaca şarkısında?
“Biz görmedik sen görürsün,
Yavrum, yavrum, yavrum, yavrum
Daha mutlu Türkiye’mi mutlaka…”