Lider, sahip olduğu ilerici vizyonla çevresine yarar sağlar. Özgüven ve alçakgönüllülükle ardından gelenleri sezgi, zekâ ve öngörüye dayalı kararlar vererek yönetir. Onları her daim ileriye taşıyan kişidir. Lider olabilmek için herhangi bir makam, mevki ya da atamaya gerek yoktur. Bazen, kişi liderlik vasfını kendi üstlenmelidir. Lider olabilmenin ön koşulu sahip olduğunuz vizyona kitleleri inandırabilmektir. Takipçileriniz ve çalışanlarınız sizin fikirlerinizden ve hatta sizin varlığınızdan ilham alıyor olmalıdır.
Liderlik kavramı ve kavram etrafında şekillenen sorular sinema endüstrisinin de epey ilgisini çekmiştir. Beyaz perdede en ünlü oyuncular tarafından canlandırılan lider karakterler vardır. Bunlar popüler kültürde ve hafızalarımızda uzun yıllar önemli yerler edinmiştir. Peki, gerçekten bu liderler takımlarını yönlendirme ve yönetmekte ne kadar başarılıdır? İşte liderlik vasıflarıyla en ünlü filmlerin unutulmaz karakterleri!
Senin beceriksizliğinin detayları beni ilgilendirmiyor!
1- Devil Wears Prada, Miranda Priestly
Usta oyunca Meryl Streep tarafından canlandıran efsanevi karakter, moda dünyasına tek başına yön vermiştir. Mükemmeliyetçi ve acımasız bir yöneticidir. Çalışanlarıyla arasında her zaman derin ve aşılmaz bir mesafe vardır. Asla sesini yükseltmez ancak sıklıkla insanlarla alay eder ve ekibini korkuyla yönetir. Etrafında çalışan insanlara neredeyse imkânsız görevler verir ve bunların en iyi şekilde tamamlanmasını ister. Hiçbir zaman çalışanları işten atmakla tehdit etmez ama bu ihtimal her zaman gün yüzündedir. Baş karakter Andrea, Anne Hathaway tarafından canlandırılır. Miranda tarafından yönetilen moda dergisi Runway’de çalışmaya yeni başlamıştır. Ancak bu görev için yeterli donanıma sahip değildir. Mükemmeliyetçi patronu sayesinde kendi sınırlarını zorlar ve moda dünyasına en iyi şekilde adapte olur.
Miranda işini son derece iyi yapan ve etrafındakilere korku ve ilham veren bir liderdir. Ancak uzun vadede en iyi çalışanı Andrea’nın sadakatini kazanamamıştır. Kendi başarısını her şeyin üstünde gören Miranda’nın korkutucu hırsı Andrea’nın işini bırakmasına neden olur. İş ve özel yaşam arasında denge kuramayan Miranda’nın kendisi de mutsuzdur ve boşanma sürecindedir. İşyerini korkuyla yönetmesi, çalışanlarının Miranda’ya kendi fikirlerini ifade etmemesine neden olmuştur. Dahası, çalışanlar birbirleriyle sıkı bir rekabet halindedir. İşyerine korku ve çatışmaların egemen olduğu toksik bir şirket kültürü hakimdir. Miranda’nın sınırsız istekleri çalışanlardan birinin, Emily’nin, ölümcül bir trafik kazası geçirmesine neden olur.
Size bir şey söyleyeyim. Zengin bir adam da oldum ve fakir bir adam da oldum. Ve her seferinde zengin olmayı seçerim!
2- The Wolf of Wall Street, Jordan Belfort
The Wolf of Wall Sreet, ünlü yönetmen Martin Scorsese tarafından çekilmiştir. Borsacı Jordan Belfort’un aynı adlı otobiyografisinden uyarlanmıştır. Filmde kariyerinin başında başarısız olan hırslı ve zeki iş insanı Belfort’un nasıl zengin olduğunu ve hayallerine ulaştığını görüyoruz. Belfort başta oldukça başarısız ve yeteneksiz görünen bir grup uyuşturucu satıcısından bir ekip kurarak işe koyuluyor. Kendisinin de bizzat bulunup yoğun emek verdiği seanslarla ekibini titizlikle borsa sektörüne hazırlar. Her bir çalışanından mükemmel bir borsacı yaratır.
Bir gün çok zengin olmak isteyen Belfort en kötü durumlarda bile hayallerinden vazgeçmez. Ona başaramazsın diyenlere inat milyarder olmayı başarır. Zengin olup oldukça başarılı bir borsa şirketi kurduğunda ekibinin her başarısını görkemli ve gürültülü partilerle kutlar. Ekibi tarafından çok sevilen milyarder, başarıyı elde ettikten sonra bile işini aksatmaz. Takım elbisesiyle her an ofisinde hazır bulunur. Ancak Belfort’un uyuşturucu ve sex bağımlılığı ve yasa dışı yollara başvurması zamanla hırslı borsacının sonunu hazırlıyor. FBI’ın işe dahil olmasıyla Belfort ve etrafında olan herkes kaybetmeye başlar.
En büyük risk herhangi bir risk almamaktır. Gerçekten hızla değişen bir dünyada, başarısızlığa uğrayan tek strateji risk almamaktır.
3-The Social Network, Mark Zuckerberg
The Social Network, Amerikalı bilgisayar programcısı ve milyarder Mark Zuckerberg’in dünyaca ünlü sosyal medya platformu Facebook’u nasıl kurduğunun hikayesini anlatıyor. 2000’lere gelindiğinde para ve güç artık Jordan Belfort gibi borsacı iş insanların elinden çıkmıştı. Şimdi sahne Silikon Vadisi’nin teknoloji dehalarınındı. Mark Zuckerberg, Jack Dorsey ve Elon Musk gibi liderler sadece basit bir t-shirt ve kot pantolonla dünyayı nasıl fethedebildiklerini insanlara gösterdiler. Pahalı takım elbise giyen eski nesil kapitalist yatırımcılar ve borsacılar gözden düştü. Zuckerberg’in önemli olabilmek için takım elbisesine ihtiyacı yoktu hatta toplantılara sabahlığı ve pijamasıyla bile katılabilirdi.
The Social Network, Zuckerberg’in yanı sıra Facbook’un diğer kurucuları olan Sean Parker ve Eduardo Saverin’in de liderlik stillerini mercek altına alıyor. Saverin iş dünyasındaki bağlantıları ve finansal kaynağıyla Zuckerberg’e ve fikrine yatırım yapıyor. Genç dâhinin girişime daha realist bir çerçeveden bakmasını tavsiye ediyor. Ancak Zuckerberg, Sean Parker’ın lider karizmasından ve yenilikçi vizyonundan etkileniyor. Kısa süre sonra en yakın arkadaşı ve ortağı Saverin’i devre dışı bırakıyor. Dahası, site açıldıktan sonra Harvard’ın üç son sınıf öğrencisi Zuckerberg’i kendi fikirlerini çalmakla suçluyor. Zuckerberg, aldığı etik dışı kararlar yüzünden itibar ve para kaybı yaşıyor. Filmin son sahnesinde seyirciye yalnız ve üzgün bir adam olarak veda ediyor.
4- Moneyball, Billy Bean
Michael Lewis’in “Moneyball: The Art of Winning an Unfair Game” adlı eserinden uyarlanan Moneyball, ‘Oakland A’ beysbol takımının başındaki isim olan Billy Beane’nin kısıtlı bir bütçeyle takımı yeniden oluşturup zengin kulüplere meydan okumasını ele alıyor. Film genel itibariyle iki karakter üzerinden şekillenir. Bunlar; Billy Beane ve Peter Brand’dir. Filmin başında, Billy Beane kariyerinde başarılı olamamış bir sporcu ve yönettiği takımın art arda yenilgi almasından bunalmış bir yöneticidir. Peter Brand ise ekonomi bölümünden yeni mezun olmuş, istatistiksel verilerle ilgilenen deneyimsiz bir analiz uzamanıdır. Gencin beysbol üzerine yaptığı çalışmalardan etkilenen Beane, oyuna yepyeni bir soluk getirecektir.
“Orkestrayı yönetmek isteyen sırtını kalabalığa dönmelidir!” Film, bu sözü doğrular niteliktedir. Beane ve Brand’in yenilikçi bakış açısı takım menajerleri, taraftarlar ve kulüp yöneticileri de olmak üzere herkes tarafından eleştirilir. Ancak, Beane kararlı bir şekilde fikirlerini uygulamaya ve takımı baştan aşağıya değiştirmeye devam eder. Daha öncesinde takım oyuncularıyla birebir iletişim halinde bulunmaktan kaçınan Beane zamanla duvarlarını kaldırır ve takımıyla daha yakından ilgilenmeye, oyuncularına bizzat taktikler vermeye başlar. Takım imkansızı başarır ve üst üste 20 kez maçı kazanır. Bu büyük bir başarıdır ancak Beane bunu kabul etmez, onun hedefi şampiyonluktur. Film, iyi liderlik için ilerici vizyon ve kararlı duruşun yanında realist bir bakış açısının da gerekli olduğunun altını çizer.