Duygusal dayanıklılık: Nasıl anlarız, nasıl güçlendiririz?

Önce duygusal dayanıklılığın ne olduğunu netleştirmekte fayda var. Herhangi bir konuda dayanıklı olmak demek, dış etkilerden ya da iç etkilerden gelebilecek zararlardan kendimi koruyabilme kapasitesi aslında.

Duygusal dayanıklılığın farklı tanımları olmakla birlikte ben en basit şekilde şunu söyleyebilirim: İçinde bulunduğumuz ortamda stresli, kompleks, karışıklıkların ve belirsizliklerin olduğu ortamlarda duygusal olarak ayakta kalabilme yeteneğimiz, becerimiz ve kapasitemizdir duygusal dayanıklılık.

Bir kişinin duygusal dayanıklılığının olduğunu ya da olmadığını nasıl anlarsınız? Dışarıdan gelen bir uyarıcı ya da yaşanmış bir olay karşısında negatif duyguları ortalamanın üzerinde gösteren insanlarda ya da “Bu tepkiyi neden bu kadar yüksek oranda gösterdi?” dediğiniz durumlarda duygusal dayanıklılığın düşük olduğunu düşünebiliriz.

Duygusal dayanıklılığı yüksek olan insanlara baktığınızda dışarıdan gelen bir uyarıcı da olaya tepki vermek yerine cevap veren, sakin ve vakur duruşu gösterebilme yeteneğini görürsünüz. Ne kadar sakin kalabildiğini, ne kadar rahat olduğunu hatta biraz yavaşlayarak o telaşlılık durumundan çıkıp olayı kucakladığını, olayları kendi içinde normalize ettiğini, çözüm üretebilme kapasitesini ve kendi içindeki güçlü yanları devreye sokabildiğini görürüz.

Duygusal dayanıklılığın düşük olduğu durumlarda ortaya çıkan en önemli gösterge negatif duyguların açığa çıkması. Peki negatif duygular en çok karşımıza hangi duygular olarak çıkıyor? Kızgınlık, öfke, üzüntü, telaş, şaşkınlık gibi duygular olarak çıkıyor.

Peki, duygusal dayanıklılığın tanımı içerisinde ne yok? Mesela “Ben hiç endişelenmiyorum”, “Hiç korkmuyorum” demek duygusal dayanıklıyım anlamına gelmiyor. Duygusal dayanıklılığın içerisinde, gelen uyarılar ve olan olaylar karşısında “Benim bunu yönetebilme ya da zarar görmeyecek şekilde kontrol altında tutabilme yetim de var” diyebilmek var.

Herkes endişeleniyor. Herkes korkuyor. Herkes zaman zaman kızgınlıkla, öfkeyle tepki verebiliyor. Bunun ölçüsünü zarar vermeyecek boyutta tutabilmek ve bunu tekrar kontrol altına alarak o kapasiteyi kullanmaktan bahsediyoruz burada. Tabii bunun altında bunun ciddi bir öz farkındalık ve ânı yaşamak var.

Ben çocukluğumdan itibaren yaşadığım olaylarda içbenlik işleme sistemimde yani harddiskimde bir sürü deneyimi, olayı, yaşanmış anıları kodluyorum. Gelecekle ilgili kaygılarım çoksa geçmişle ilgili çok fazla hayıflanıyorsam, ânı yaşamayı bıraktığım için, ânı yaşamadığım zamanlarda geleceği çok fazla tasarlayıp oradan kaygı ürettiğim için işler sarpa sarıyor.

Ortalama bir insan günde 70.000 düşünce üretiyormuş ve bu 70.000 düşüncenin yaklaşık yüzde 90’ı bir gün önce düşündüğümüz düşüncelerin aynısıymış. Büyük bir kısmı da negatif düşüncelermiş. Negatif düşünceler gelecekte başıma gelebilecekleri sürekli tekrarlayarak kaygı ve endişeye dönüşür. Ve bu bir pattern, bir yol oluşturur. “Böyle durumda başıma hep bu gelir” diye bir yaklaşım var. Biz buna genelde zihinsel otobanlar diyoruz. Zihniyet dediğimiz şey bu. Zihnin niyeti oluşuyor yani. “Bu olduğunda başıma bu gelebilir”, “Bu olursa başıma şu gelecek”, “Zaten yine gelmişti. yine gelecek” gibi genellemelere gidip kaygılarımızı ve endişelerimizi artırıyoruz.

Kaygı ve endişeler arttığında o korkuyla birlikte duygusal dayanıklılığımız düşüyor ve bir şey daha yapıyoruz: Duygusal dayanıklılığımız düştüğünde onun etrafını tekrar köpükleyiyerek büyütmeye başlıyoruz.

Olabilecek en kötü şeyleri düşünüp üstüne olabilecek daha kötü düşünceleri de eklemeye başlıyoruz. Müthiş bir senaryo yazabilme kapasitemiz var ve zihin çok enteresan ki olumsuzu görebilme konusunda çok daha yetenekli. Olumsuzu gördüğü için de üretmeye başlıyor. Ürettiği şeyin bir kısmını da dış dünyayı algılarken gerçekmiş gibi kabul edip o ürettiğim şeyin “Bak yine dediğim oldu” deyip kendini ikna eden bir işlemi başlatıyoruz.

Şimdi böyle bir yolculuğun içinde benim çocukluktan itibaren yaşadığım ve belki de öğrendiğim bazı şeyleri unutmak gibi bir kasımı da çalıştırmaya ihtiyacım var.

Yeryüzüne geldiğimizde varlık durumunda çocukları şöyle bir hayal edin. Çok saf, çok temiz, çok cesur, çok hayata bağlı ve umutlu bir şekilde dünyaya gelirler. Temizdir. Yaşanan olaylarla o varlık duruşumuz, yavaş yavaş şekillenmeye, olaylar karşısında yaşadığımız deneyimlerle bazı tutumlar oluşturmaya ve oradan da zihinsel kalıplar oluşturmaya başlarız.

Biz buna zihniyet, paradigmalar ya da bakış açıları diyoruz. Yaşadığımız olaylardan, dışarıdan gelen uyarıcılarla ürettiğimiz bu zihniyet modeli bizim düşünce sistematiğimizi oluşturuyor. Düşünce sistematiğimiz de duygularımızı tetikliyor.

Negatif olay=Negatif duygu

Çocukluğunuzda yaşadığınız negatif bir olayı düşündüğünüzde genelde negatif duygular oluşur. Pozitif bir olayı hatırladığınızda, düşündüğünüzde de pozitif bir duygu oluşur. Onun için bu yol haritası içinde benim değerler sistemim, güçlü yanlarım, kişiliğim oluşmaya başlıyor.

Ortalama 11 yaşına gelinceye kadar bu sistemin yaklaşık yüzde 70’lik kısmının oluştuğunu biliyoruz. 18-20’li yaşlara geldiğimizde yüzde 90’a yakın bir kısmı oluşuyor. “7’sinde neyse 70’inde odur” cümlesi aslında biraz buradan geliyor. Ben 7 yaşına kadar yaklaşık olarak bütün zihinsel formatının 3’te 2’sini oluşturmuş oluyorum. Belli bir yaştan sonra bu formatları fark edip, bana yarayan ve hizmet edenlerle yaşamaya devam etmek ve bana yaramayanları değiştirmek, tamamen benim öz farkındalığım ve liderliğimle ilgili.

Duygusal dayanıklılık dediğimiz, “O kişinin kişiliği böyledir” dediğimiz, “Olaylardan çabuk etkilenir” dediğimiz ya da “Olaylara olması gerekenden daha aşırı tepki verir” dediğimiz şey içbenlik işleme sistemimizde çocukluktan itibaren yaşadığımız o kodlamaların sonucu. Benim orayı değiştirmediğim sürece duygusal dayanıklılıkta kendimi geliştirmem mümkün değil.

Neo Skola’daki eğitimimin sonunda 5 aşamalı duygusal dayanıklılığımı güçlendirecek bir formül de sizlerle paylaşacağım. Onun için benim düşündüğüm şeylerin hangi duyguları oluşturduğunu da keşfetmeye ihtiyacım var.

Bizim kültürümüzde, duyguyu saklama, duyguyu ifade etmeme, duyguyu başka bir duyguyla değiştirme, duyguyu gösterme, bir başkasının duygusunu açığa çıkartma konusunda eşiklerimiz var. Orada hep zorlanırız. Ben birçok eğitimde katılımcılara soruyorum, “Bildiğiniz duyguları sayar mısınız?”

Sizden ricam şunu bir düşünmeniz: Hangi duyguları yaşıyorsunuz ve bu duygulara verdiğiniz isimler neler? Bunu bir listelerseniz o duyguyu nasıl anlıyorsunuz? İçinizde ne olduğunda onun isminin o duygu olduğunun farkındasınız? Kaç duyguyu isimlendirebiliryorsunuz? Bunu önce listeleyip kendinizdeki duygu repertuarını bir keşfetmenizi rica ediyorum. Çünkü daha size bütün bir insanoğlunun yaşayabileceği duyguların toplam listesini göstereceğim. Bakalım o listeyle kendi oluşturduğunuz liste arasında ne kadar benzerlikler ve eksiklikler var. Bunu da keşfedebilirsiniz.

Enis Arslan, Duygusal Dayanıklılık eğitiminde, belirsizliklerle dolu bir dünyada zorluklarla mücadele etmenin metotlarını öğretiyor. İlk dersi ücretsiz olan bu eğitim şimdi Neo Skola‘da. 
Total
0
Shares
Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Related Posts
Total
0
Share